Vefâtının 28. Yıldönümünde Âlim-i Rabbânî Saîd Havvâ (Rh.a)

09.03.2017 tarihinde Yazılarım kategorisine eklenmiş, Kişi Okumuş ve 0 Yorum Yapılmış.

saidhavva

Vazifelerinin şuurunda olan, ilmiyle âmil muvahhid ulemâ, topluma rehber olmuş, insanları yaratılış gayeleri olan yalnızca Allah’a ibadet etmek hedefine sevk etmiş ve her türlü zulmü, sömürüyü, bozulmayı, hakka karşı isyanı yok etmek için var gücüyle cihad etmeye çalışmışlardır. Bu günde aynı vasıfları üzerlerinde taşıyan İslâm ulemâsı, ümmetin derdiyle dertlenmekte ve müslümanların problemlerini çözmek ile meşgul olmaktadır… Muttaki, muvahhid ve mücahid ulemânın, İslâm topraklarını işgal eden müstevli tağutlar tarafından esaret altına alınması, bazılarının zindana atılması, bazılarının sürgün edilmesi, bazılarının hapishanelere tıkanması, bazılarının idam edilerek şehid edilmesi sonucu toplumdaki geriye kalan diğer âlimler, belli zamanlarda susturulmuşlardır… Âlimlerin, böyle zorba ve ölümcül yollarla susturulması, ya da onların ölümü ile toplumda büyük yaralar oluşur… “Âlimin ölümü, âlemin ölümüdür!” Toplumlar, özellikle işgal edilen İslâm topraklarında müstekbir cahiliyyenin zulmü altında bırakılan müslümanların içinde bulunduğu toplumlar, ilmiyle âmil muttaki ulemâ’dan mahrum bırakılması onların tamamen helâk olması demektir… Muttaki ulemâdan mahrum bırakılan toplumlar, başları koparılmış gövdeler gibidirler…

Önderimiz Rasulullah (s.a.s.), bu önemli konuya dikkatleri çekmiş, muttaki âlimlerin kıymetinin bilinmesi ve Müslümanların her çağda âlim yetiştirmelerini tavsiye etmiştir… Âlimlerin ölümleri veya egemen tağutlar tarafından zindana atılıp toplumdan uzaklaştırmalarıyla onların boş kalan yerleri, onların takipçileri tarafından hemen doldurulmalıdır… Böylece ümmet, peygamberlerin varisleri olan hidayet rehberleri âlimlerden boş kalmaz… Çünkü vücûd, başsız ve kalpsiz olmaz!..(1)

Rasulullah (s.a.s.) bir hadisinde : “Ümmetimden bir tâife, kendilerine Allah’ın emri gelinceye (yani kıyamet kopuncaya) kadar hak üzerinde birbirine yardımcı olmakla devam edecek ve bunlar, (muhalefet edenlere) daima galib olacaklardır.” buyurmuştur. Bu hadisin şerhi sadedinde İmam Nevevî (rh.a.) şöyle der: “ İhtimal ki, bu tâife, muhtelif mü’minler arasına dağılmıştır. Bazıları cengâver yiğitler, bir takımları fukaha ve hadis ulemâsı, kimisi zahid, kimisi emr-i bi’l-ma’rufu yapan zevattır. Hepsinin bir yerde toplu bulunmaları lazım gelmez. Bilâkis muhtelif yerlerde bulunurlar.

İmam Nevevî’nin yukarıda zikrettiği vasıfları üzerinde toplayan bir âlim-i rabbani Saîd Havvâ’yı (Rahmetullahi Aleyhi) bu yazımızda tanıtmaya gayret edeceğiz.

Saîd Havvâ, 27 Eylül 1935 yılında Suriye’nin Hama şehrinde doğdu. Fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Saîd Havvâ ilköğrenimini Hama’da gördü ve buradaki camilerde ünlü ulemalardan dersler aldı. İbn-i Rüşd Lisesi’nde okurken öğretmeni Şeyh Muhammed el-Hamid vasıtasıyla İhvan-ı Müslimin üyeleriyle tanıştı ve 1952 yılında henüz 17 yaşında iken Müslüman Kardeşler hareketine katıldı.

1956’da Şam üniversitesinde yeni açılan Kulliyyetuş-Şeriatil-İslamiyyeye kaydoldu. Fakültenin kurucu dekanı ve Suriye Müslüman Kardeşler teşkilâtının lideri olan Mustafa es-Sibâî ile tanıştı. Üniversite yıllarında teşkilat içindeki faaliyetlerde görev almakla beraber Hasan Habenneke gibi çok değerli üstatların ilim meclislerinde bulundu. O dönemde Suriye’de sosyalizmden kavmiyetçiliğe kadar çeşitli fikri akımlar vardı ama O Allah’ın lütfü ve inayeti sayesinde İslami alanda eğitim görme şerefine kavuştu.

1961’de mezun olup Hama’da öğretmenliğe başladı.1964 yılında ise Hama Müslüman Kardeşler Hareketi Başkanlığını üstlendi. Aynı yıl Hama’da meydana gelen olaylarda aktif görevler aldı. Mervan Hadid’in liderliğindeki ayaklanma sırasında, silahlı mücadeleye mesafeli yaklaşmakla birlikte grevlerin düzenlenmesinde rol aldı, çatışmaların önüne geçmek için şehrin ileri gelenleriyle yapılan toplantılarda bulundu. Bu olaylar Hamalı Müslümanların devrin zalim yönetimine karşı bir kıyam hareketiydi. Saîd Havvâ bu olaylara katılmasından ötürü tutuklandı ve hapse atıldı. Hakkında idam hükmü verildi. Hama halkının yönetime karşı yoğun baskıları sonucu idam hükmü yerine getirilemedi.

Saîd Havvâ 1966’da baas rejiminin baskısını giderek arttırması sonucu Suudi Arabistan’a gitti. Burada beş yıl öğretmenlik yaptı. İlk eserlerini de burada yayımlamaya başladı. Hafız Esed’in 1970 yılında yönetime el koymasının ardından teşkilatın sürgündeki üyelerine Suriye’ye dönme izni verilmesi üzerine Saîd Havvâ’da 1971’de tekrar ülkesine döndü. 1973 yılında Hama’da meydana gelen ikinci kıyam hareketine yine başkanlık etti. Bu kıyam yönetimin İslam yerine sosyalist demokrasiye geçişini öngören anayasa değişikliğine karşı yapılmıştı. Bu olaylardan hemen sonra yeniden tutuklandı ve hapse atıldı. Hakkında kesinleşen 5 yıllık mahkûmiyeti yaşadı. Beş yıl süren mahpus hayatı süresince ilmi çalışmalara ağırlık vererek hem El Esas Fi’’t-tefsir isimli 11 ciltlik bir tefsir telif etti, hem de mahkûmlara ders verdi.

Saîd Havvâ 1978 yılının Ocak ayında hapisten çıktı ve iki ay sonra Suriye’yi terk ederek Ürdün’e yerleşti. Suriye’yi terk etmesine rağmen teşkilatla arasındaki bağları koparmadı. Çeşitli İslam ülkelerine, Avrupa ve Amerika’ya seyahatlerde bulundu. İran’da Humeyni, Pakistan’da üstad Mevdudi ile tanıştı.

Esed rejimine karşı Sünni İslami muhalefetin en önemli teşkilatlarından Suriye İslam Cephesi’nin kuruluşunda Adnan Saadettin ve Muhammed Ebu’n Nasr El-Beyanuni gibi hareket önderleriyle beraber öncülük yaptı. Zalim baas rejiminin baskılarını iyice arttırmasıyla Saîd Havvâ silahlı mücadeleye onay verdi.

1982 yılında azgın Suriye yönetiminin yerle bir ederek 30.000 Müslüman’ı katlettiği Hama’daki katliamdan derin bir şekilde etkilenen Saîd Havvâ, hayatının son yıllarında sürekli tedavi gördü. Saîd Havvâ 9 Mart 1989da Ürdün’ün başkenti Amman’da henüz 54 yaşında iken Rahmet-i Rahman’a kavuştu. (2)

 

(Saîd Havvâ merhumun kabri- Ürdün – Mezarın başında duâ okuyan merhûm’un oğlu Muhammed Saîd Havvâ-)

ESERLERİ:

Saîd Havvâ eserlerini “Usul”, “Esas”, “Terbiye, Tezkiye ve Sülûk”, “Fıkhü’d-da‘ve ve’l-amelü’l-İslâmî” başlıklı seriler halinde yayımlamıştır. Çoğu Türkçe’ye tercüme edilen kitaplarının başlıcaları şunlardır:

a) Usûl serisi. 1. Allah celle celâlüh (Beyrut 1969). Ramazan Nazlı (İslâm’da Allah İnancı, İstanbul [1980) ve Faruk Yılmaz (İslâm’da Allah’a İnanmak, İstanbul 1986) tarafından tercüme edilmiştir. 2. er-Resûl Sallallâhu Aleyhi Vesellem (I-II, Beyrut 1969; Kahire 1986; Beyrut 1988). Bu eseri Halil Gönenç (Allah Resulü Hazreti Muhammed [sav], Ankara 1979) ve Harun Ünal (er-Resul Hazreti Muhammed, İstanbul 1987) Türkçe’ye çevirmiştir. 3. el-İslâm (I-IV, Beyrut 1969-1970, 1977). Eserin ilk cildi Kenan Gültürk tarafından Türkçe’ye tercüme edilmiştir (İmanın İlkeleri: Şehadet, İstanbul 1990).

b) Esas serisi. 1. el-Esâs fi’t-tefsîr (I-XI, Kahire 1405/1985, 1409/1989, 1412/1991). Saîd Havvâ bu eserini Seyyid Kutub ve Mevdûdî gibi İslâmî hareket liderlerini örnek alarak kaleme almıştır. İlim, davet, terbiye ve cihad kitabı olarak nitelediği eserin telifinde Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr ve Necmeddin en-Nesefî’nin tefsirlerini temel almakla birlikte günümüz insanının ihtiyaçlarını da göz önünde bulundurmuştur. Eseri M. Beşir Eryarsoy ve Abdüsselam Arı Türkçe’ye çevirmiştir (I-XVI, İstanbul 1989-1992). 2. el-Esâs fi’s-sünne ve fıķhihâ (I-XIV, Kahire 1989). Üç ana bölümden oluşan eserde hadislerden hareketle Resûl-i Ekrem’in hayatını anlattığı birinci bölüm dört cilt olarak “Kısmü’s-sünne”, akaid konularını ve itikadî mezhepleri işlediği ikinci bölüm üç cilt halinde “Kısmü’l-Aķâid” (Türkçe’si Hadislerle İslâm Akaidi, trc. M. Ahmet Varol v.dğr., I-V, İstanbul, ts. [Hikmet Neşriyat]), ibadet ve cihadla ilgili konuları ele aldığı üçüncü bölüm ise yedi cilt olarak “Ķısmü’l-İbâdât” (Türkçe’si, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, trc. M. Ahmet Varol v.dğr., I-XII, İstanbul, ts. [Aksa Yayın]) başlığıyla yayımlanmıştır.

c)Terbiye, Tezkiye ve Sülûk serisi. 1. Terbiyetünâ er-rûĥiyye (Kahire 1979; Beyrut-Dımaşk 1979). İbrahim Sarmış ve M. Sait Şimşek tarafından Ruh Terbiyemiz (İslâm Tasavvufu) adıyla Türkçe’ye çevrilmiştir (Konya 1980). 2. Müźekkirât fî menâzili’ś-śıddîķīn ve’r-rabbâniyyîn min ħilâli’n-nuśûś ve ĥikemi İbn Aŧâullāh es-Sikenderî (Kahire 1986, 2. bs.). İbn Atâullah el-İskenderî’nin eserlerine dayanılarak hazırlanan, seyir, uzlet, müridlik, evrâd ve zikir mertebeleri gibi tasavvufî konulara dair bir eserdir. 3. el-Müstaħlaś fî tezkiyeti’l-enfüs (Kahire 1983). Gazzâlî’nin İĥyâsından yapılan seçmelerden ibaret olup İslâm’da Nefis Tezkiyesi başlığıyla Ali Bilgiç tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir (İstanbul 1996 [?]).

d) Fıkhü’d-da‘ve ve’l-amelü’l-İslâmî serisi. 1. Cündüllāh ŝeķāfeten ve aħlâķan (Beyrut 1971). Saîd Havvâ’nın özellikle siyasî hedeflerini ve bunlara ulaşma yollarını ortaya koyduğu eseri (ridde, hizbullah, İslâm devletinin tesisi, müslümanların tek bir devlet altında toplanması, hilâfet makamının tekrar tesisi, dünya İslâm devletinin kurulması gibi konuları içermektedir) Harun Ünal Allah Erinin Ahlak ve Kültürü başlığıyla Türkçe’ye çevirmiştir (İstanbul 1987). 2. Cündüllāh tahtitan (Kahire 1988). 3. Cündüllāh tanžîmen (Kahire 1993). 4. el-Medħal ilâ daveti’l-İħvâni’l-müslimîn (Amman 1979, 1998). M. Said Şimşek (Müslüman Kardeşler Hareketine Giriş, Konya 1980) ve Ramazan Nazlı (50. Yılda Müslüman Kardeşler Teşkilatı, İstanbul 1980) tarafından Türkçe’ye, Abdülkerîm Şeyh (Abdul Karim Shaikh) tarafından The Muslim Brotherhood (Ikhwanul Musilmoon): Objective, Stages, Method başlığıyla İngilizce’ye (Delhi 1983) tercüme edilmiştir. 5. Fî Âfâķı’t-teâlim: Dirâse fî âfâķı daveti’l-üstâź el-Bennâ (Kahire 1980). 6. Hâźihî tecribetî ve hâźihî şehâdetî (Kahire 1987). Saîd Havvâ’nın otobiyografisi olup modern dönem Suriye tarihi ve Suriye İhvân-ı Müslimîn Teşkilâtı hakkında önemli bir kaynak sayılmaktadır (diğer eserleri için bk. Sâlim Hilâlî, Müellefâtü Saîd Havvâ: Dirâse ve taķvîm, Kahire 1983). (3)

FİKİRLERİ:

Saîd Havvâ 1920’lerde Türkiye ve İran’da, 1950’lerde ise Mısır ve Kuzey Afrika’daki diğer ülkelerde vuku bulan milliyetçi devrimler neticesinde vücut bulan siyasal iktidarların Şeriatın (İslam hukukunun) bireysel ve sosyal alandaki bir kısım uygulamalarına müdahale etmeye başladıkları bir zamanda yetişmiş bir fikir ve aksiyon adamıdır.

O zamanki manzarayı Saîd Havvâ’nın kendi kaleminden nakledelim: “Müslümanların oldukça güçsüz, parçalanmış ve ezilmiş oldukları bir sırada hicri on dördüncü yüzyıla (miladi yirminci yüzyıl) girildi. Öte yandan batı toplumu teknik ve maddi açıdan bir tırmanış içerisindeydi. İslam âlemi bir şeyler yapmak istiyordu ama çoğu iç ve bir kısmı dış sebeplerle genellikle kendini aciz buluyor, başarıya ulaşamıyordu. Birinci dünya savaşı sonrasında daha da kötü bir duruma düşüldü. Batı emperyalizminin tehdidi altında bulanan bazı Müslüman ülkeler komünizm hareketiyle aldatılmış, kızıl emperyalizmin ağına düşmüşlerdi. İslam dünyasının haritasına şöyle bir kuşbakışı baktığımızda Avrupa’nın ortalarından ta Asya ve Afrika’nın hemen hemen tamamına yakınının çeşitli ideolojilerin sömürgesi küçük devletçikler haline dönüşmüş olduğunu görürüz. Buna “reaksiyon” olarak gerek önceleri gerekse sonraları birçok hareket ortaya çıktı. Bütün bu hareketler arasında, İslamcı hareketin gerçek doğuşu ve İslam için “kapsamlı” bir “yenilik” hareketi, üstad Hasan el-Benna’nın başında bulunduğu harekettir. İslam’ı, “bütün” yönleriyle ihya etme hedefine sadece o sahiptir. Müslümanların problemleriyle içinde yaşadığımız dünyayı bilen ve çözüm yollarını en güzel şekilde takdim eden odur…” (4)

Saîd Havvâ, Şehid îmam Hasan el Benna’nın ilmi terbiyesiyle büyümüş, O’nun terbiye, ahlak, davet ve gönüllere coşku veren aşkıyla aşklanmış, kendisini çalışmanın içinde bulmuştur. Saîd Havvâ ‘nın eserleri bir bakıma Şehid îmam’ın ortaya serdiği prensiplerin birer açıklamasıdır. Küçük yaşlarından itibaren Şehid İmam’ın eserleriyle tanışmış, O’nun Suriye’deki uzantısının içine girmiş, hareket içinde büyümüştür. İlimle hareketi, hareketle ilmi bir araya getirmiş, çilenin ve işkencenin yoldaşı olmuştur.

Bir bakıma Saîd Havvâ, Hasan el-Benna’nın çağdaş yorumcusudur. İmam Hasan el-Benna: “Gayemiz Allah’tır” demiş, Saîd Havvâ bunu ‘İslam’da Allah İnancı’ adlı eseriyle şerh etmiştir. Hasan el Benna: “Önderimiz Resulullah’tır” demiş, Saîd Havvâ bunu ‘Er Resul’ adlı eseriyle dile getirmiştir. Hasan el Benna: “Anayasamız Kuran’dır” demiş, Saîd Havvâ bunu ‘İslam’ adlı eseriyle kalp ve beyinlere kazımıştır. Hasan el Benna: ‘Yolumuz cihaddır’ demiş, Saîd Havvâ bunu, ‘Cihad Yolunda Bir Adım Daha İleri’ adlı risalesiyle açıklamıştır. Hasan el Benna: ‘En büyük emelimiz Allah yolunda şehid olmaktır’ demiş, Saîd Havvâ bunu, sayısız eserleriyle şekillendirmiştir.

Saîd Havvâ, kitaplarında ağırlıkla Müslümanların modern dünya içindeki kötü durumu ve bu durumdan kurtulma yolları üzerinde durmuştur. Saîd Havvâ’ya göre İslam; inanç, ibadet ve müeyyidelerden oluşan bir hayat tarzıdır. el-İslam adlı eserinde bir Müslüman’ın gerçekleştirmesi gereken en önemli görevlerin İslam devletinin kurulması, Sünnetin ihyası, ümmetin birliğinin sağlanması ve Allah yolunda cihad olduğunu ifade etmiştir.

Eserlerinde sık sık Ehl-i Sünnet’e atıfta bulunan ve ehl-i bidat fırkalardan Şia’ya karşı net bir tavır alan Saîd Havvâ, bundan dolayı ülkemizde ve diğer Müslümanların yaşadığı ülkelerde bazı kendini bilmezlerce bölgesel bir komplonun baş aktörlerinden biri,Saddam’ın uşağı, Amerikan emperyalizminin piyonu gibi asılsız yaftalamalarla anılmıştır. Bu hususta mülahazalarımızı kısaca arz etmek istiyoruz:

İran devriminden hemen sonra Saîd Havvâ ve Züheyr Salim Suriyeli mazlumlara yardım istemek üzere Tahran’a gitmişler ve Humeyni ile bir araya gelmişlerdir. Saîd Havvâ nafile bir biçimde bir saat dil dökmüş lakin muhatabını ikna edememiştir. Stratejik ve jeo-politik engeller(!) dolayısıyla Suriyeli Müslümanlara yardım etmeyen Tahran rejimi, 28 Şubat 1982 yılında Hafız Esed’e bağlı askeri birliklerin Hama’da 30 bin insanı öldürmelerine seyirci kalmış bilakis zalim Şam rejiminin yanında yer almıştır. (5)

Saîd Havvâ bu hadiseler üzerine ‘El-Humeyniyye:Şuzûz fil-akâid ve Şuzûz fil-mevâkıf’ adlı kitabını yazmıştır. Bu kitaptan bir bölümü nakledelim: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Ehli Beyti’ni sevmek her Müslüman’a farzdır. Kimler O’nun Ehli Beyti’dir ve sevginin doğru gösterileri nelerdir? Hiç şüphesiz Ehli Beyt, O’nun çağrısına katılan yakınlarıdır ve en yüksek sevgi gösterisi, kalpten sevmek ve zahiren onlara uymaktır. İslam Ümmeti, Rasululah sallallahu aleyhi ve sellem’in Ehli Beyti’ne sevgi besleyerek Allah’a yakınlaşmaya devam etmektedir. Fakat Ehli Beyt sevgisi sloganları arasında tarih boyunca bozuk inançlarla, tehlikeli ve hain tavırlarla kendini gösteren aykırı Şiilik de bulunmaktadır… Bu risale iki bölümden ve sonsözden oluşmaktadır. Birinci bölümde Humeyni’nin benimsediği sapık inançlar anlatılmaktadır. İkinci bölümde ise Humeyniciliğin aykırı (şâz) tavırları anlatılmaktadır. Sonsözde ise bu ümmetin evlatları Ehli Sünnet ve’l-Cemaat inancına sarılmaya davet edilmektedir. Çünkü Ehli Sünnet ve’l-Cemaat inancı hak ve adalettir. Ondan sapmak ise Allah’ın gazabına ve cehenneme götürür. Dualarımızın sonu Âlemlerin Rabbi Allah’a hamdetmektir. ” (6)

Diğer taraftan tasavvuf Saîd Havvâ’nın düşüncesinde önemli rol oynar. Saîd Havvâ, Tasavvufu şöyle tarif ediyor: “Tasavvuf İslam dininde ihsan hakikatini temsil eden ve Aleyhissalatu vesselam’ın “Allah’ı görüyormuşçasına ona ibadet etmendir. Şayet sen onu görmüyorsan da, O seni görüyor” sözünde ifadesi bulan rükündür. Gerçek tasavvuf, gerçek akidenin zevkine ermektir. Bunu aşarsa tasavvuf zındıklık olur. Tasavvuf olmaktan çıkar. “
İhvanın manevi kanadını tasavvuf tecrübesi ile güçlendirmek isteyen Saîd Havvâ, tasavvufun içine zaman ve zeminlerin etkisiyle karışan tortuları temizlemek amacıyla Ruh Terbiyemiz kitabını kaleme almıştır. O bu konuda şunları dile getirir; “Sahabe neslinde hem ilim, hem amel vardı. Kalbi hal ile birlikte ahlâki vasıflar mevcuttu. Ama zamanla amel zayıfladı. Kalbi hal ve ahlâki vasıf zayıfladı. Oysa bunlar peygamberlerin tebliğ ettiklerinin en büyük görüntüleridir. Bu sebeple zahiri amel ve Müslüman için gerekli olan kalbi hal meselesinde işleri asıl mecrasına döndürmenin bir çabası olarak İslâmi tasavvuf ortaya çıktı. Sonra bu tasavvuf çeşitli yollara bölündü, eğri büğrü yollara saptı. Öyle ki, İbnu Arabi’nin kendisi şöyle demektedir: “Tasavvufa karşı uyanık ol. Çünkü yoldan çıkanların çoğu ondandır. O, helak olmanın ve yücelmenin yoludur. Her kim ilim, amel ve halini tahkik derecesine ulaştırırsa ebediyeti elde eder. Değilse, helak olanlarla beraber helak olur. Bu tasavvuf ki, o, aslında ilimle birlikte Müslümanın amel ve halde kemale ermesi için istenir. Ama çoğu zaman -Allah korusun- hak yoldan sapıklığa götüren durumuna düşmüştür. ”

Saîd Havvâ diyor ki: “Sofu geçinen bazı cahiller gördükleri herkese, Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır, tekerlemesini söyleyip duruyorlar ( ki buna birkaç defa kendimde şahit oldum ). Cahil sofular bunu söyleyerek, cahil olan şeyhlerinin propagandasını yapmaktadırlar. Cahil olan sözde sofi kimse âlim olan şeyhinin propagandasını yapmaktadır. Yine nerede ve ne zaman söyleyeceğini bilmeyen ve hata işleyen sofular da bunu tekrar etmektedirler. Eğer bu ifade doğru ise – ki asla değildir- bu takdirde bu şu manayı ifade eder: Kim kendisine şeriat ve din ilimlerini, akaidini öğreteceği bir din bilgini bulamaz, kısaca ne öğrenen ve ne de öğrenmeyi kabul eden kimse demektir. İşte ancak böylelerinin şeyhi şeytandır. Ancak ilmin ışığında hareket eden kimsenin şeyhi yani yol göstereni ilimdir, şeriattır ve doğru akidedir. “ (7)

Hayatını İslam’a vakfetmiş, itikadi, ahlaki, siyasi, hukuki ve ekonomik boyutlarıyla İslam`ın bir bütün olarak anlaşılmasına büyük katkıda bulunmuş ve İslam coğrafyasında diriliş ruhunun yeniden canlanmasına vesile olmuş, ilmiyle amil Saîd Havvâ Rahmetullahi Aleyhi vefatının 28.yıldönümünde rahmetle anıyoruz.

 

DİPNOTLAR

[1] Kul Sadi Yüksel, Çağ Ve Ulema, Misyon Yayınları, İstanbul,  2002

[2] Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Saîd Havvâ maddesi, c.35, s. 560, İstanbul, 2008.

 

[3] Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Saîd Havvâ maddesi, c.35, s. 561-562

[4] Saîd Havvâ, Tartışmalar, s.7, (çev. M. Said Şimşek), Tekin Kitabevi, Konya, 1992.

[5] İran 30 yıldan beri de bu tavrını değiştirmemiştir. Devrim sürecinden gelmesine rağmen Suriye devrimine, karşı çıkmakta ve bu devrimi batı yardakçılığıyla yaftalamaktadır. Daha düne kadar zâlim diktatörlerin küçük düşürücü baskıları karşısında itaatkâr davrananları eleştiren ve bunu Sünniliğin “devlete itaati emreden” öğretisiyle, hem de alaycı bir üslûp eşliğinde, açıklayıp yerenler, şimdi Baas rejiminin zulmüne karşı ayaklanmış Sünnileri; “Siz zulme karşı ayaklanamazsınız, ayaklandıysanız eğer bunda mutlaka ABD ve İsrail’in tezgahı vardır” diye kurdukları komplo teorileriyle mahkûm etme yarışına girmişler. Zâlim Baas rejimine itaate çağırmaktan yüksünmüyorlar. “Mukavemet hattı” yalanına Suriye halkını kurban vermekte bir beis görmüyorlar. Halksız bir mukavemet hattı mı olur! İnsan biraz insaf eder, Suriye halkı ne zamandan beri işbirlikçi oldu? Bâri ilkesel duruşun en kırılgan hâlini kuşanın, mazlumların karşısında durmayın! Açıkça söylemek gerekirse; “mukavemet hattı” iddiası, bugün, kimi devletlerin ulusal çıkarlarını pekiştiren bir manivela hükmündedir. Bir ulus devlet formatındaki İslâm devletine gönülden bağlı veya beyatlı kesimler, ne yazık ki, ilkesel duruşun gereği olan Müslüman halklara karşı eşit mesafede durmayı beceremiyorlar.

[6] http://www.nebeonline.com/haber/humeynicilik-inancta-sapiklik,-tavirda-sapiklik-9331.htm

[7] Saîd Havvâ, Ruh Terbiyemiz, s.94-100, Kayıhan Yayınları, İstanbul, 1995

 

Yazar Hakkında

Yazar : imamoglumehmet

Yazar Hakkında : Ankara 1973 doğumluyum. Mamak İmam-Hatip Lisesinden 1991’de mezun oldum. 1996’da Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden İyi dereceyle mezun oldum. 1996’da Artvin’de öğretmenliğe başladım. Hâlen Ankara Keçiören Anadolu İmam-Hatip Lisesinde Meslek Dersleri öğretmenliği yapmaktayım.

Yazarın Tüm Yazıları İçin Tıklayınız

Yorumlar
İsminiz
E-Posta Adresiniz
Yorumunuz

Sitemizde En Çok Okunan İçerikler

Şehr-u Ramazân’ı Muvahhidce İhyâ EdelimRamazan ayı büyük bir heyecan dalgasıyla bir kez daha
Şehâdet Bir Çağrıdır Nesillere Ve Çağlara… Şubat ayı şehitler ayıdır. Şubat geldiğinde bunu en derinden
ÖLÜLERİN YAŞAYANLARIN AMELLERİNDEN İSTİFÂDE ETMESİ VE ÖLÜLERE KUR’AN MESELESİÖLÜLERİN YAŞAYANLARIN AMELLERİNDEN İSTİFÂDE ETMESİ VE ÖLÜLERE KUR’AN MESELESİ
Üç Ayları Nasıl İhyâ Etmeli “ Üç aylar” diye adlandırılan Receb, Şaban ve Ramazan

Sitemizde En Çok Yorumlanan İçerikler

Hangi Mevlânâ, Gerçek Mevlânâ? Mevlânâ[1] ve Mevlevilik Türkiye‘de öteden beri ilgi gören bir
İrtidat ve Yeni Dünya Düzeni
İrtidat ve Yeni Dünya DüzeniDr. Mehmet SÜRMELİ Dinin, “ hayat tarzı” olduğunu düşünürsek günümüzde
Ilımlı İslam(!)’ın Şövalyesi: Fethullah Gülen Ubeydullah TOPRAK ‘Ilımlı İslam’, adından da anlaşılacağı üzere, İslam Dini’ni
‘İhyâ mı İmhâ mı? Kitabımız Çıktı  ‘Tevhîd akidesini muhafaza ederek, ilim öğrenmek, ilim öğretmek, Şerîat’e
  • Videolar

    'Mü'minûn Sûresinden Âhiret Sahneleri' Sohbeti

    Lokman Aleyhisselâm'ın Öğütleri (1)

    Lokman Aleyhisselâm'ın Öğütleri (2)

    Âl-i İmrân Sûresi 190-195. âyetin tefsiri

    Düğün Sohbeti

    Suriye ve Mısır'daki Kardeşlerimiz İçin Dua

    Ahir Zaman Müslümanına Notlar

  • Arşiv

  • Etiketler

  • Tavsiye Siteler

    Islah Haber

    İmam Buhari Vakfı

    http://imambuharivakfi.org/

    İyiliğe Çağrı Yardım Derneği

    https://iyiligecagri.org.tr/

     

     

  • Ziyaretçiler

  • Sosyal Medya’da Paylaşın