Mevlâ Hadisi Sahih mi?
02.12.2014 tarihinde Sorulara Cevaplar kategorisine eklenmiş, Kişi Okumuş ve 0 Yorum Yapılmış.
Cevaplayan:Talha Hakan ALP Hoca
Soru: Geçenlerde (20 kasım 2012) bir Tv programında Kenan Çamurcu Şîa propagandası yaparken Efendimiz’in Hz. Ali’yi veliaht tayin ettiğini ileri sürdü. Gerekçe olarak “ben kimin mevlasıysam Ali de onun mevlasıdır” hadisini zikretti. Böyle bir hadis var mıdır? Varsa bu hadisi nasıl anlamalıyız, Şîa’nın dediği gibi anlaşılabilir mi?
Cevap: Hz. Ali’yi veliaht tayin eden bir hadis yoktur ama belirttiğiniz hadis vardır ve sahihtir. Tirmizi, Nesâî, İbn-i Mace, Müsned-i Ahmed b. Hanbel, Müstedrek gibi birçok hadis kaynağında da yer almaktadır. Münavi hadisin mütevatir olduğunu söyler. Kettânî de hadisi nakleden 25 sahabi ismi verir. Hafız İbn-i Hacer hadisin, ekserisi sahih ve hasen olmak üzere birçok varyantının olduğunu bildirir. (Nazmu’l-mütenasir)
Hadis bu lafızla sahih olmakla beraber, bazı Şîî ravilerin rivayetinde kendi akidelerine uygun ilaveler olduğunu da belirtmeliyim.
Mesela şîî ravilerce bu rivayete “benden sonra” ilavesi eklenmiştir. Şîa’nın böyle gerek sokuşturmalarla gerek zorlama yorumlarla saptırdığı birçok hadis vardır. Gadir-i hum rivayeti ve bu rivayet zımnında geçen sekaleyn hadisi de bunlardandır. Şimdilik konumuzun dışında kaldığı için bunlara girmiyorum.
Soruda geçen hadisin lafzı açıktır: “Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır.” Cümle bu haliyle Efendimiz’in Hz. Ali’ye gösterdiği ihtimamın işaretidir. Beni nasıl seviyor, kolluyorsanız Ali’yi de öylece sevin ve kollayın demektir.
Ama hadisin sonuna “benden sonra” ilavesini eklerseniz durum değişir. Efendimiz sanki kendinden sonra Müslümanların başına kimin geçeceğini açıklıyormuş gibi bir anlam kayması yaşanır. Şîa’nın hararetle savunduğu veliahtlık iddiası da bu anlam kaymasından beslenir.
Hadise katıştırılan “benden sonra” ilavesi sahih değildir. Hadisi nakleden meşhur kaynaklarda bu ilave yer almaz. Sözgelimi Tirmizî şerhi Tuhfetü’l-ahvezî’de hadisin Müsned-i Ahmed b. Hanbel’de geçen varyantlarına yer verilir. Bunlarda ilgili ilave yer almazken başka kaynaklarda geçen ve senedlerinde birer şîî ravî bulunan sadece iki varyantta yer alır. Bunlardan biri Cafer b. Süleyman, diğeri Eclah el-Kindî’dir. Kaynaklar bu iki ismin birer şiî olduğunda hem fikirdir.
Meşhur hadis kuralı tam da burada devreye giriyor: Bir bidatçı, bir hadisi kendi görüşünü destekleyen bir ilaveyle münferiden naklederse bu ilave makbul değildir. Ortada şüphe çeken bir durum var. Neden hadisi nakleden onlarca ravi bu ilaveden habersiz kalmıştır? Neden diğerleri değil de sadece birer şîî olan iki kişi, üstelik şiî inancını destekleyen bu ilaveyi rivayet etmiştir?
Ravilerin zaman zaman hadisleri yorumlayarak naklettiklerini biliyoruz. Ravinin yorumunu tespit edip ayıklamak için de aynı rivayetin bütün varyantlarını toplayıp karşılaştırmak gibi bir usul takip edildiğini de biliyoruz. Bu usulü konumuzu oluşturan hadiste de takip ettiğimizde sözkonusu ilavenin sadece ismi anılan iki şîî raviye has olduğunu görürüz ki bu da rivayete mesafeli durmamız için yeterlidir.
Mevlâ kelimesinin anlamına gelince yukarıda da belirttiğim gibi mevlâ “dost” demektir. Evet, bu kelimenin birçok anlamı vardır. İbnü’l-Esîr meşhur hadis sözlüğü en-Nihaye’de yaklaşık 10 mana zikreder. Kelime bağlamına göre bu manalardan herhangi birine delalet eder. Burada da bağlama uygun düşen mana dosttur.
Zira ilgili hadisin muhtelif varyantlarında Efendimiz’in bu sözü neye binaen söylediğini gösteren ekstra bilgiler vardır. Birinde Büreyde isimli bir sahabinin Hz. Ali’ye buğzettiği ve bir meseleden dolayı Efendimiz’e gelip Hz. Ali’den şikayetçi olduğu ve Efendimiz’in de bunun üzerine hadisi irad ettiği bildirilir.
Bir başka varyantta Hz. Üsame’nin Hz. Ali’ye “sen benim mevlam değilsin, benim mevlam Efendimiz’dir” demesi üzerine söylendiği de nakledilir.
Bu bilgiler meselenin siyasi değil, kardeşlik-dostluk meselesi olduğunu, dolayısıyla mevladan kastın devlet başkanı-halife değil, kardeş, dost demek olduğunu gösteriyor.
Efendimiz kuvvetle muhtemel ki, anılan sahabileri Hz. Ali’ye karşı sevgi ve bağlılık konusunda uyarmak niyetiyle bu hadisi irad etmiştir. Aslında ayet ve hadisler bütün müminlerin birbirilerinin velisi/dostu olduğunu söyler. (Tevbe, 71) Burada özellikle Hz. Ali’nin adının geçmesi belirttiğim şahsi hadiselerin yaşanmış olmasından kaynaklanıyor.
Ayrıca Hz. Ali’nin, Efendimiz’in damadı olması yanında genç yaşta –özellikle askeri alanda- büyük işler başarmış olması gibi ender meziyetleri Efendimiz’de, ona zamanla hased edenlerin çıkabileceği endişesini doğurmuş olabilir.
Son olarak şunu da ekleyeyim, hadisin birçok varyantında hadisi ashaba rivayet eden bizzat Hz. Ali’nin kendisidir. İlgili rivayetlerde Hz. Ali hilafeti sırasında mesciddeki kalabalığa bu hadisi okumakta, bağlamdan anlaşıldığı kadarıyla kendisine itaat ve bağlılık istemektedir. Eğer hadis Hz. Ali’nin veliahtlığının belgesi olsaydı Hz. Ali bunu Efendimiz’in hemen ardından, daha Hz. Ebubekir halife seçilmeden gündeme getirir, hakkını arardı. Oysa bu dönemde Hz. Ali’nin ilgili rivayeti okuyarak hak aradığını gösteren en ufak bir rivayet yoktur. Bu da hadisin Şîa tarafından yanlış yorumlandığını gösterir. Nitekim bu hususa Hz. Ali’nin torunlarından Hasan el-Müsenna da işaret eder. (el-Avasım ve’l-Kavasım)
Konumuz münhasıran başta belirtilen rivayetin tespit ve yorumu olsa da söz Hz. Ali’nin veliahtlığı iddiasına gelmişken konuyu bir de Buharî’de geçen şu rivayet üzerinden düşünelim:
Hz. Peygamber Efendimiz ölüm hastalığındayken Hz. Ali yanına girer, ziyaretini tamamlayıp çıktığında kapıda amcası Hz. Abbas’la karşılaşır. Hz. Abbas ona sen üç gün sonra köle olacaksın, Allah’a yemin ederim ki, ben Efendimiz’in yüzünde Abdulmuttalipoğullarının yüzünde gördüğüm ölümü gördüm. Haydi, Efendimiz’e çıkalım, bu işin/hilafetin bize ait olup olmadığını soralım. Eğer bize aitse bilelim, değilse bizi vasiyet etsin (Bize haksızlık yapılmaması için vasıyette bulunsun), der. Hz. Ali’nin ona verdiği cevap konumuz açısından önemlidir: “Vallahi yapamam. Eğer Efendimiz bize vermezse, onu daha bize kimse vermez.” (Buhari, İsti’zân)
Eğer Şîa’nın iddia ettiği gibi Efendimiz ister yukarıdaki hadisle ister bir başka hadisle Hz. Ali’yi veliaht seçmiş olsaydı ne Hz. Abbas’ın bu tedirginliğine gerek kalırdı ne de Hz. Ali’nin gözünde durum bu kadar belirsiz olurdu.
Şu halde belirtilen hadis sahih olmakla beraber Hz. Ali’nin hilafeti ve veliahtlığı gibi bir mana asla taşımamaktadır. Yanısıra Şîî ravilerin sokuşturduğu ilaveler geçersiz olduğu gibi Şîî kelamcıların yaptığı veliahtlık türü yorumlar da mesnetsizdir.

Yazar : imamoglumehmet
Yazar Hakkında : Ankara 1973 doğumluyum. Mamak İmam-Hatip Lisesinden 1991’de mezun oldum. 1996’da Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden İyi dereceyle mezun oldum. 1996’da Artvin’de öğretmenliğe başladım. Hâlen Ankara Keçiören Anadolu İmam-Hatip Lisesinde Meslek Dersleri öğretmenliği yapmaktayım.
Sitemizde En Çok Okunan İçerikler




Sitemizde En Çok Yorumlanan İçerikler




Videolar
'Mü'minûn Sûresinden Âhiret Sahneleri' Sohbeti
Lokman Aleyhisselâm'ın Öğütleri (1)
Lokman Aleyhisselâm'ın Öğütleri (2)
Âl-i İmrân Sûresi 190-195. âyetin tefsiri
Düğün Sohbeti
Suriye ve Mısır'daki Kardeşlerimiz İçin Dua
Ahir Zaman Müslümanına Notlar
Arşiv
Etiketler
Tavsiye Siteler
İmam Buhari Vakfı
İyiliğe Çağrı Yardım Derneği