İslâmî Bilince Sahip Müslümanların Sağlamak İstediği Vahdet Üzerine Bazı Mülahazalar

04.08.2016 tarihinde İktibaslar kategorisine eklenmiş, Kişi Okumuş ve 0 Yorum Yapılmış.

liva-tevhid-528x370

Son dönemlerdeki yaygın problemlerden biri de İslâmî bilince sahip müslümanların arasında bir vahdetin, ortak bir duruşun sağlanamaması ve bunun hangi nedenlerden kaynaklandığı konusunda da fazla çalışılmıyor olmasıdır. İslâmî bilince sahip kişilerin bir arada olamaması birçok kişinin üzüldüğü bir durumdur. Ancak bunun biraz kökenine indiğimizde ve düşündüğümüzde birçok temel problemlerle karşılaşırız ve bu problemler çözülüp bazı konulardaki çizgi ve duruş netleştirilmezse bu birlikteliği sağlamak çok güçtür. Öncelikle yıllardır bu vahdet neden sağlanamıyor? Bunun başlıca nedenleri nelerdir? Ve bu vahdeti sağlamak için netleştirilmesi gereken konular hangileridir? Bunlar üzerinde durmamız gerekmektedir.

Özellikle Türkiye halkında Osmanlı’dan gelen tasavvufî ve kelâmî anlayışın yoğun olarak ön planda olması ve tarikatların, nurcuların vb. cemaatlerin ağırlıklı olarak faaliyet göstermesi İslâmî bilince sahip şahıs ve cemaatlerin Türkiye de halk tabanında tutunmasına engel olmuştur. Tabi bunda sadece halkın etkisi söz konusu değildir. Bunun yanında bazı şahıs ve cemaatlerin kullandığı üslup, yaklaşım tarzı ve menhecleri konusunda da bazı problemler de diğer etkenlerdir.

İran devriminden sonra özellikle Ali Şeriatî, Murtaza Mutahharî, Humeynî, Cemaleddin Afganî, Muhammed Abduh vb. şia veya modernist entellektüel şahısların eserleri türkçeye çevrilmiş ve yarı şia, yarı mutezile, biraz direniş ruhu, biraz da özellikle abduh’un benimsediği neo selefilik vb. anlayışlar bir araya gelerek farklı bir akım ortaya çıkmıştır. Daha sonrasında Afgan-Rus savaşından sonra cihadî selefilik gündeme gelmiş bunun yanında İbn Teymiyye, İbn Kayyım vb. âlimlerin ve bu âlimlerin çizgisini benimsemiş muasır davetçilerin ve âlimlerinde eserleri tercüme edilmeye başlanmış ve bu çizgi doğrultusunda da bir akım ortaya çıkmaya başlamıştır. Yine İhvan’ı Müslimin hareketine mensup davetçilerin ve âlimlerin eserlerini tercüme de bu dönemdedir. Bütün bunlardan sonra Türkiye de farklı çizgide giden şahıslar ve cemaatler baş göstermiştir. Bunun sonucunda bazıları, tamamıyla şiileşirken, bazıları tamamen modernist hadis inkarcılığı doğrultusunda bir çizgi benimsemiş, bazıları suudî selefiliğe kaymış, bazıları da sünnete ve fıkha bağlı selefin akidesi doğrultusunda sahih bir çizgi benimsemiştir. Bunların haricinde tehlikeli ve karışık başka bir anlayışta olan bir akım daha ortaya çıkmıştır ki onlarda çizgileri net belli olmayan zaman zaman modernistlere kayan zaman zaman şiâ’dan etkilenen zaman zaman da ehl-i sünnet doğrultuda giden kimselerdir. İşte bu kişiler sünnet ve sahabeye bakış konusunda zaman zaman problemler çıkarmakta ve net bir menhecleri olmamaktadır. Bunun da başlıca nedenleri, sapık düşüncelere sahip olsalar bile her türden kişilerin eserlerini sağlam bir ilmi altyapı ve usûl bilgisi olmadan okumaları ve farkında olmadan zamanla etkilenmeleridir. İlim’den, usûl ilimlerinden ve ilim ehli âlimlerden uzak kalmada bunun diğer nedenleri arasındadır.

Bu kısa bir girişten sonra vahdeti sağlamak için üzerinde birlik olunması gereken başlıca konular nelerdir? Acizane tesbit edebildiklerimizi maddeler halinde özetlemeye çalışacağız.

  1. Sâlih selefimizin benimsediği sahih akîdenin benimsenip anlatılması: Tarih içerisinde ortaya çıkmış felsefî ve kelâmî tartışmalara girilmemeli, ilk dönem selef neslinin öğrenip öğrettiği şekliyle açık ve öz bir akîde benimsenip anlatılmalıdır. Bu akîde bütün yönleriyle anlatılmalı, şirk konusunu anlatırken bazı gruplarda ortaya çıktığı gibi kabir, türbe vb. alanlarda ortaya çıkan şirkleri çokca anlatıp şirki sadece bundan ibaret göstermemeli, bu çeşit şirklerin yanında hakimiyet alanında, siyasal alanda ortaya çıkan şirk ve küfür amellerinden de bahsedilmelidir. Kısacası akîde selefi sâlihinin de fehmettiği ve kabul ettiği şekliyle bütün hayatı kuşatan yönleriyle anlatılmalıdır.
  1. Sünnete bakışın netleştirilmesi: Maalesef günümüzde müslümanlar arasında yayılan akîdevî birçok hastalığın nedeni sünnete bakışlarından kaynaklanmaktadır. Haçlı Batı Medeniyetinin fiili işgalinin yanında yaydığı ideolojik ve fikirsel hastalıklarda vardır. Bunlar demokrasi, sekülarizm, komunizm vb. ideolojiler olduğu gibi bunun yanında müslümanların kendi ilmî geçmişleri konusunda da onları tartışmalara itmek ve onları bunlarla uğraştırmaktır. Kimi zaman Kur’ân-ı Kerîm’e direk açıkca saldırı yapmamışlar fakat ümmetin müçtehid imamlarından, muhaddislerinden onları eleştirerek, küçük düşürerek işe başlayıp sonrasında sünnet hakkında şüpheler yayan çalışmalarda bulunmak için oryantalistler yetiştirmişler ve zamanla bu oryantalistlerin söylemlerini benimseyen yerli oryantalistler (!) ortaya çıkmıştır. Özellikle İngilizlerin Mısır’ı işgali sırasında müslümanların ilmî anlamdaki meşhur yerlerinden el-Ezher’i bozmaya çalışıp, rektör olarak başına Muhammed Abduh’u getirmeleri düşündürücüdür. Abduh ki bazıları onu üstün entellektüel bir şahıs olarak görüp över ancak abduh’un nasıl bir zihniyete sahip olduğunu ve haçlı batı’nın hedeflerine dolaylı yoldan nasıl da destek olduğunu ya bilmezler yada bilmezden gelirler. Abduh sadece verdiğimiz bir örnektir, böyle birçok kişi ortaya çıkmış, yaptıkları bazı akademik çalışmalarla kendilerini âlim olarak göstererek birçok kişinin zihnini bulandırmıştır. Bu kimselerin haçlıların bâtıl ideolojileri ile savaşmadıklarını bunun yerine enerjilerini müslümanların rabbani âlimleriyle uğraşıp, sünnet hakkında şüpheler ortaya atarak harcadıklarını kısa bir araştırma ile çok rahatlıkla farkedebiliriz. Bu kimseler müslümanların gerilemesinin başlıca nedeninin müçtehid imamlar, muhaddisler ve bazı islâmî ilimler olduğunu söyleyerek ümmeti bu alanda yoğunlaştırmaya çalışarak onları asıl yapmaları gereken görevlerden ve yoğunlaşmaları gereken hedeflerden alıkoymak için gayret etmişlerdir. Haçlı Batı’nın müslümanların yaşadığı topraklarda sadece fiili işgale ve ekonomik sömürüye dayanan bir savaş yürütmediğini bunun yanında müslümanların akîdelerinden uzaklaşmalarını ve İslâm dışı bir yaşam tarzını benimsemeleri için fikirsel ideolojik bir savaş yürüttüğünün de farkına varırsak sünnet’e yönelik saldırının ve âlimleri itibarsızlaştırma çalışmalarının nedenlerini çok daha iyi anlarız.

Bunların farkında olarak muhaddis imamların yolunu izlemeli ve hadisler konusunda yabancı veya yerli oryantalistlere aldanmamalıyız. Sünnetin anayasal niteliği noktasında en ufak bir kayma bile farkında olmadan kişileri akîdesinden uzaklaştırıp, Haçlı Batı’nın amaçları doğrultusunda ilerlemesine neden olabilir. O yüzden bu konuda çok hassas olmak gerekir. Muhaddis imamlarımızın, âlimlerimizin sahih yollarla bize naklettiği hadisler hakkında hiçbir şekilde tartışamayız. Ahad olsun mütevâtir olsun akîdede kaynaktır. Arapça’dan ve İslâmî ilimlerden bihaber şahısların metin tenkidi adı altında kendi anlayışlarına ve rasyonalist zihniyetlerine uymadığı gerekçesiyle “sened itibariyle sahih de olsa hadisleri Kur’ân’a arz etmeliyiz bizim aklımıza uygun olmalı” gibi sözlerine aldanmamak gerekir. Bu anlayışlar kişiyi uçuruma sürükler çünkü birçok modernist bu sözlerle başlayıp sonrasında hadislerin büyük çoğunluğunu inkâr etmekte daha sonrasın da ise Kur’ân’ı kendi hevasına göre tefsir etmeye başlamaktadır. Bu ise yahudileşmektir. Günümüzdeki birçok modernist hadis inkârcısının başlangıç noktalarını ve son geldikleri noktayı incelediğimizde bunu kolaylıkla farkederiz.

Yine bu hastalıklı anlayışların bir sonucu olarak bazı konuları kabul etmemek normal karşılanıp basit bir ihtilafmış gibi anlaşılır olmuştur. Örnek verecek olursak; kabir azabı, isa aleyhisselâm’ın nüzûlü, mehdi’nin gelişi gibi konular…Ümmetin rabbani âlimlerinin ihtilaf etmediği ve bütün hepsinin kabul ettiği bu akîdevi konular ne yazık ki basite alınmaya başlanmıştır. Bazıları ben kabir azabını kabul ederim ancak kabul etmeyene de birşey demem, bu ümmetin vahdeti için engel olmamalı demektedir. Bilinen bir husustur ki kabir azabı, isa aleyhisselâm’ın nüzûlü ile ilgili hadisler mütevâtir yollarla bize ulaşmaktadır ve mütevâtir haberi inkâr etmek ise âlimlerin küfür dediği bir durumdur. O halde bu nasıl olur da hanefi-şafii mezhepleri arasında ihtilaf edilen bazı fıkhî meseleler gibi görülür?

Kısacası sünnet hakkında selef-i sâlihinin, ehl-i sünnet ve’l cemaat âlimlerinin benimsediği çizgi benimsenmezse bu kişiler veya cemaatler ile bir birleşme durumu olmaz.

  1. Dört mezheb fıkhına bağlılık: Özellikle suudî selefiliğin yaydığı anlayışların bir sonucudur ki kendisini selefi olarak adlandıran ancak selef’den uzak bazı usulsüz ve ilimsiz bir şekilde kendisini müçtehid gören kimseler ortaya çıkmıştır. Ve bu kimseler bütün avamı dört mezhepten uzak durmaya çağırmaktadır. Tabi bunu “sünnete ittiba” sözünü söyleyerek anlattıkları için bu kimselere laf anlatmakta çok zor olmaktadır. Çünkü söyleyeceğin bir sözü karşı taraf anlamadan seni sünnete bağlılığı kabul etmeyen biri olarak itham edebilmektedir. Bu anlayışın bir sonucu olarak fıkıhsız bir anlayış yayılmış ve müçtehid âlimlerin ve imamların değeri farkında olarak veya olmayarak düşürülmeye çalışılmıştır. Öyle ki günümüzde Türkçesinden birkaç hadis okuyan kişi İmam Ebu Hanife’yi hadis bilmeyen akılcı bir kişi olarak suçlayabilmektedir. Yine diğer imamların da birçok konuda sünnete ters hareket ettiklerini söyleyebilmektedir. Ancak ilginçtir ki müçtehid imamları takip etmeyin diyen birçok öncü konumundaki kişiler aslında insanları kendilerini takip etmeye çağırmaktadırlar. Çünkü kendileri müçtehid imamları devreden çıkardıktan sonra hadisleri fıkhetmede ve içtihad etmede kendilerini onlar yerine koymuş olmaktadır. Bu yüzden son dönemde İmam Ebu Hanife’yi, İmam Şafii’yi, İmam Malik’i izlemeyin deyip de dolaylı olarak Şeyh bin baz’ı, Şeyh Elbani’yi izleyin diyen birçok kişiye rastlarız. Ayrıca dört mezhebin fıkhî birikimini gözardı etmek müslümanların siyasal ve sosyal alanda birçok işlerini zorlaştıracaktır. Müçtehid imamların asırlar öncesinde çözdüğü bazı meseleleri tekrardan çözmeye kalkışmak müslümanların birçok öncelikli meselelerini bırakmalarına yol açabilmektedir. Özellikle ahkâm hadislerini fıkhetmede müçtehid imamlarını ve usullerini takip etmemiz gerekir. Aksi takdirde dört mezhep fıkhını dışlayarak tarihte olduğu gibi yeniden bir İslâm medeniyeti kurmak güçtür. Günümüzde tecrübe yoluyla da sabittir ki fıkıhsız bir şekilde, müçtehid imamlardan yüz çevirerek bir çizgi benimsemiş fıkıhsız selefilik çıkmazdadır ve başarılı da olamamışlar, haçlıların dört bir yandan saldırdığı bir dönemde küçük meselelerde ihtilaflara boğulmuşlar ve paramparça olmuşlardır. Bunu tecrübe ettiklerinin bir sonucudur ki şuanda zamanında dört mezhep fıkhını dışlayan bazı hocalar ve şahıslar bunun yanlış olduğunu fıkhısız selefilik olamayacağını savunarak dört mezhebi dışlamamak gerektiği sonucuna ulaşmışlardır.

Son zamanlarda IŞİD gibi yapıların cihad hareketlerine ne kadar da büyük engeller çıkardığını ve haçlıları sevindirecek eylemler yaptığını incelediğimizde bunun arka planında yine bu harekete mensup şahısların fıkıhsız bir hareket metodu benimsediği ortaya çıkar. Cihad Fıkhını, Öncelikli meseleleri, çağdaş sorunları, yaşanılan beldelerin durumunu, halkın yapısını ve sosyo kültürel yapıyı bilmeden sloganik bazı adımlar atmışlar ve bunun sonucunda birçok hatalara düşmüşlerdir. Benimsedikleri bazı aşırı fikirler ve eylemler de ilim’den, âlimlerden ve fıkıh’dan uzak kalmaktan kaynaklanmaktadır.

Dört mezhebi ve bunun yanında ehl-i sünnetin fıkhî birikimini dışlayıp avamdan olan herkesin eline Türkçe hadis kitaplarını verip onlara buradan ahkâm ile ilgili hükümler çıkarmasını söylemek onları İmam Şafii yerine koymak ve keşfedilmiş kıtaları yeniden keşfet demeye benzer bir davranış olacaktır. Bu ise bu kadar görevlerimizin olduğu ve hayatın birçok alanında Batı Medeniyetinin saldırısına uğradığımız bir zamanda bizim için bir vakit kaybına neden olup işimizi zorlaştıracaktır.

Çağdaş bazı fıkhî meselelere ise çözümler bu ümmetin rabbani mücahid âlimleri tarafından bulunmuş ve hâlâ da bulunmaya devam edilmektedir. Her ne kadar Haçlılara karşı direniş gösterme şuurunda olan mücahid âlimlerimiz az olsa da bu âlimlerin yerini boş bırakmamak için ilim tahsil etmeli ve oluşan boşlukları doldurmaya çalışmalıyız.

  1. Şiâ’ya karşı tavır: Yazımızın başında da değindiğimiz gibi İran devriminden sonra entellektüel bazı şiî ilim adamlarının eserlerinin tercümesi ile birlikte siyasi bilince sahip olduğu iddiasında olan şahıs ve cemaatlerin çoğunda zihni bir kargaşa olmuş şia-sünnî kardeştir, şiiler ve sünniler birlikte vahdet sağlamalıyız anlayışı yayılmış, şia’nın genelinde olan sapıklıklar, şirk ve küfür inançları anlatıldığında da bu kişiler fitneci olmakla itham edilmiştir. Yıllardır bu düşüncede olan şahısların çoğu en sonunda İran, Lübnan’daki Hizbullah ismi ile faaliyet gösteren aslında Hizbuşşeytan olan taife ve Nusayri esed hükümeti müslümanlara yönelik Suriye de büyük bir katliama girişince şia’nın iki yüzlülüğünü ve takiyyesini farkederek eski düşüncelerinden kısmî olarak vazgeçmişlerdir. Her ne kadar bu şahıs ve cemaatlerin çoğu şuan şia’ya karşı olsa da bu karşı çıkışları şuanki İran hükümetinin politikasına bir karşı çıkışmıdır yoksa şia’nın geline bir karşı çıkışmıdır? Bunu iyi netleştirmek gerekir. Çünkü bu düşüncedeki bazı kişilerin yazdıkları bazı makaleleri ve konuşmaları incelediğimizde asıl sorunlarının şia’nın kendisiyle olmadığını ve hâlâ onlarla bir vahdet sağlanabileceği beklentilerinin olduğunu farkederiz. Onlar aslında şuanki şia olan İranın ve bazı örgütlerin yaptığına karşı çıkmaktadırlar halbuki birçoğu sahabe’ye küfreden zındık humeyni şahsını hâlâ sevmekte ve onun dönemi olsaydı böyle olmazdı sözlerini kullanabilmektedirler. Sanki humeyni döneminde hafız esed’in yaptığı ve humeyninin de desteklediği hama katliamını unutmaktadırlar! Yine humeyninin o kadar açık küfür sözlerini unutmaktadırlar! veya bilmemezlikten gelmektedirler. İşte bu zihniyette olan kimselerin şia’ya karşı tavrı akidevî olmayıp mevcut şartlara göre değişebilen bir tavırdır. Kimi zaman dost olurlar kimi zaman da düşman olurlar. Şiâ’nın kökekinini, itikadi inançlarını, tarih boyunca yaptıklarını bilmeden sadece güncel olayların ışığında ve sloganik temelli olarak şiâ’ya karşı bir duruş sergilemek şiâ’nın gene göz boyayıp aslında dost olduğu ABD ve İsrail’e karşı sadece söylemde kalan bir savaş ilanın da onları gene aldatıp eski düşüncelerine döndürerek şiâ ile vahdet sağlayalım anlayışlarını ön plana çıkarmalarına neden olabilir. Bu ise bu bozuk zihniyet düzeltilmediği sürece bu kişilerin tekrardan Çağdaş Haçlı-Râfizi işbirliğine aldanmalarına ve onların gölgesinde kalmalarına neden olabilir.

Şiâ’ya karşı sadece şuanki katliamlarından yola çıkarak değil de onların bâtıl birçok inançlarından ve sözlerinden dolayı sağlam bir karşı duruş sergilenmeli ve onlarla birlik sağlanamayacağı bilinmelidir. Tahrif edilmiş bir Kur’ân’a iman eden, mescid-i aksa’nın dahi varlığına inanmadığı halde takiyye yaparak müslümanları mescid-i aksa’ya sahip çıkalım sözleriyle aldatmaya çalışan, sahabe’ye küfredip tekfir eden, ehl-i sünneti kâfir gören ve tarih boyunca kâfirlerle savaşmayıp ehl-i sünnet ile savaşan bir taife ile birlik sağlanamaz. Bu ne ilmen ne de sosyal gerçeklikler bağlamında ispatlanamaz.

Bu değindiğimiz konularla birlikte yine bilmemiz gerekir ki sahabeye karşı sevgimiz ve bağlılığımız akidevî bir meseledir. Ve günümüzde bir şahsın veya cemaatin sağlam olup olmadığını öğrenmede etkili olan konuların başında sahabeye gösterdiği bağlılık ve sevgi gelir.

  1. İlmî olarak ve malumat olarak bilgi birikimini oluşturmada eserler ve müellifleri konusunda seçici olmak: Hastalıklı bir zihniyete sahip radikal akımın oluşmasında etkili olan faktörlerin başında düzensiz bir okuma yapmak, okunacak eserlerde seçici olmamak gelir. Özellikle bizim gibi ehl-i ilim olmayanlar okuyacağı eserlerde son derece hassas olmalı ve mutlaka ehl-i ilim kişilere danışarak okumalar yapmalıdır. Çünkü sağlam bir temele ve menhece sahip olmadan, sağlam bir şekilde usûl ilimleri bilinmeden bazı ehl-i bid’at şahısların eserlerini okumak kişileri zihni bir kargaşaya sürüklemektedir. Günümüzde birçok kişideki zihni hastalıklarda bundan kaynaklanmaktadır. Entellektüellik adına birçok kişi önüne gelen her eseri veya yazarı okuma yoluna gitmiş ve bunun sonucunda bazı meselelerde doğru ile yanlışı ayırt edemez olmuştur. Şuanda hala şiâ’yı savunan ve bütün sapıklıklarına rağmen onlar ile birlik olalım diyen şahısların yaptığı okumaları incelediğimizde çoğunun zamanında sağlam bir temelleri olmadan Ali Şeriatî, Murtaza Mutahharî vb. kişileri okuduğunu farkederiz. Bunun bir sonucu olarak zihni kargaşaya düşmüşlerdir. Öncelikle sahih akîde ve menhec öğrenilmeli, sonrasın da ilim ehlinin de yönlendirmeleri çerçevesinde okunacak eserler, kişiler iyi seçilmelidir. Okumalar ise sadece fikir kitapları ile yetinilerek yapılmamalı bunun yanında güç yettiği kadarıya usûl kitapları, tefsir, hadis ve fıkıh kitapları okunmalıdır. Sağlam bir temele ve menhece dayanmadan sadece fikir kitapları okuyan birçok kişinin son geldiği nokta zamanında karşı olduğu İslâm dışı sistemlere adapte olmak olmuştur. Çünkü ilimsiz ve fıkıhsız bir temel almaya çalışmış ve bundan dolayı da istikrarlı olamamıştır. Zamanında demokratik sistemlere karşı olan, bu sistemlere destek vermemek için hassas olan ve zaman zaman aşırılığıda kaçan kimi şahıslar günümüzde milletvekilleri olmakta, mevcut partiler de görev almaktadırlar. Bunun arka planındaki etkenlerin başında sağlam bir menhece ve fıkha bağlı kalınmadan yapılan düzensiz, plansız okumalar gelmektedir. Tabi bunun yanında usulleriyle bir ilmî temel almamış olma ve ehl-i ilimden uzak kalma da bu etkenler arasındadır.
  2. Mevcut siyasal sistem ve demokratik parlamento metodu ile ilgili düşünce ve tavırların netleştirilmesi: Batı Medeniyetinin müslümanların yaşadıkları beldelere karşı yürüttüğü fiili işgalin yanı sıra kendi ideolojilerini ve yaşam tarzlarını da yayarak fiili işgalin yanında yürüttüğü ideolojik işgali de biliyoruz. Demokrasi, sekülarizm vb. ideolojiler yayılmış ve birçok kişi farkında olmadan bu ideolojileri ve bu ideolojilerin doğrultusunda bir yaşam tarzını benimsemeye başlamıştır. Dünyevileşme artmış, İslâm dışı sistemler içselleştirilmiş ve Batı Medeniyetine bağımlı bir hale gelinmiştir.

Türkiye için konuşacak olursak cumhuriyetin yeni kurulduğu ilk dönemler halkın çoğunluğu tarafından desteklenmemiş ve bu İslâm dışı sistem içselleştirilmemiştir. Müslüman halkın genelde şeriatın gelmesi yönünde hep bir isteği olmuştur. Ancak geçtiğimiz son on yıl boyunca mevcut iktidarın ılımlı bir demokrasi benimsemesi, zaman zaman Amerika ve İsrail’e karşı tavırlar göstermesi, bazı konularda halkın önünü açması, başörtüsünün okullar, üniversiteler ve birçok devlet görevlerinde serbest hale getirilmesi ve daha başka bazı uygulamalar sonucunda halkın büyük bir kısmı mevcut siyasal sistemi destekler hale gelmiştir. Ve halkın büyük bir kesimi ile birlikte eski dönemlerde siyasal islâmî bilince sahip bazı kesimlerde eskiden benimsedikleri bazı söylemlerini ve düşüncelerini değiştirmişlerdir. Demokrasi vb. ideolojileri de araç olarak kullanarak İslâmı bu yolla hâkim kılabiliriz düşüncesi yaygınlık kazanmaya başlamıştır. Bunun sonucunda artık İslâm dışı sistemlere karşı eski tavırlar gösterilemez olmuş ve bir dönüşüm başlamıştır. Bu dönüşüm sekülarizmin yaygınlık kazanması neticesinde dünyevileşme olarak ortaya çıkarken aynı zamanda İslâm dışı ideolojilerin ve sistemlerinde benimsenmesi şeklinde açıkca farkedilir olmuştur. Sağlıklı bir şekilde düşünüldüğünde terazinin bir kefesine mevcut iktidarın yaptığı bazı iyi işleri konsa diğer kefesine de İslâm dışı uygulamaları konsa İslâm dışı uygulamaların ağır bastığı çok net bir şekilde farkedilir. Yapılan iyi işlerden ayrı olarak düşündüğümüzde parlamentoya girildiğinde İslâm dışı kanunlara bağlı kalınacağına yemin edilmekte sonrasında Allah’ın helal kıldıkları haramlaştırılıp, haram kıldıkları ise helalleştirilmekte ve serbest bırakılmaktadır. Zina’nın serbestleştirilmesi, genelevlerin, içki içilen yerlerin resmi izinlerle onaylanması, NATO bünyesinde Afganistan’da müslüman cihad gruplarına karşı savaştırılmak veya savaşanları eğitmek üzere askeri destek gönderilmesi, zaman zaman ABD’nin müslümanlara yaptığı saldırılarda Haçlı koasliyonuna katılınması ve daha birçok konu bilinen meselelerdir. Bütün bunlarla birlikte düşündüğümüzde bir yandan başörtüsünün birçok alanda serbest olması için çalışan sistem aynı zamanda mecliste insanların çoğunluğunun görüşünü esas alarak, Batı Medeniyetinin kanunları doğrultusunda yasalar da koymaktadır. Hem teşri de bulunma yetkisi milletvekillerine verilmekte hem de müslümanlara bazı alanlarda kolaylıklar sağlanmaya çalışılmaktadır. Şirk ve küfür amelleri ile bazı iyi ameller birbirine karıştırılmıştır.

Gerçektir ki, sana da senden öncekilere de vahyolunmuştur: “Eğer Allah’a şirk koşarsan, muhakkak bütün amelin boşa gider ve hüsrana uğrayanlardan olursun”. [39 / Zümer – 65]

Demokrasiyi benimsemiyor ve kabul etmiyoruz ancak bir araç olarak kullanarak yavaş yavaş müslümanlar lehine birşeyler yapmak istiyoruz gibi sözler de söylenmektedir. Öncelikle İslâm dışı metotlar kullanılarak İslâm hakim olur mu? Bu sorunun cevabını net bilmemiz gerekir. Seyyid Kutub rahimehullah’ın dediği gibi; Şerefli bir amaca ve hedefe aşağılık bir yol kullanarak ulaşılmaz. Sonrasında pratikte bunu incelediğimizde örnekleri çoktur. Doksanlı yılların başında Cezayir de İslâmî Selamet Partisi demokratik parlamentoları bir araç olarak kullanmayı deneyerek demokratik seçimlere girmiş büyük bir farkla seçimleri kazanmasına rağmen, sömürgeci Fransa bunu kabullenmeyerek müslümanlara daha da yoğun bir katliam başlatmıştır. Hamas Şeyh Ahmed Yasin’den sonra bu metodu deneyerek demokratik seçimlere katılmış ve kazanmasına rağmen İsrail seçimleri kaybederek çıkan kendi kuklası Mahmud Abbas’ı Filistinin başına getirerek onu tanımıştır. Aynı metodu İhvan-ı Müslimin hareketi uzun yıllar boyunca denemiş en sonunda son yıllarda seçimleri kazanarak iktidara geldiği halde Batılı Haçlılar Muhammed Mursi’yi devirmiş yerine kendi kuklaları olan Sisi’yi getirmiş ve binlerce Müslümanı da kâfirler katletmiştir. Benzeri tecrübeler yıllar önce Türkiye de de Necmeddin Erbakan döneminde yaşanmıştır. Bütün bu olaylar bilinmektedir ve Haçlı Batı’nın demokrasi putunu işine gelmediği zaman yediğini bize ispatlamaktadır. Ancak olan yine müslümanlara olmakta birçok kişi bütün bu örneklere ve tecrübelere rağmen hala demokratik metotları araç olarak kullanarak bir yerlere gelebileceklerini zannetmektedirler. Bu metodu deneyerek yol katedilememekte aksine geriye gidilmektedir.

Şununda çok iyi farkındayız ki demokrasiyi araç olarak kullananan partiler veya bu düşünceyi destekleyen şahıs ve cemaatler eski çizgilerinde devam edememekte, farkında olmadan bâtıl ideolojileri içselleştirmektedirler. Bu metodu deneyen taifelerin çoğu şuanda ya Birleşmiş Milletlerin gözüne girmeye çalışmakta yada ABD ile ters düşmemek için gayret etmektedir. Kimisi İran’ın desteğini almak için çalışırken kimisi birçok tavizler vermektedir. Bu ise onları zamanında sahip oldukları İslâmî kimlikden uzaklaştırmaktadır. Artık araç olmaktan çıkan demokrasi seküler bir yaşantı ile birlikte bir amaç haline getirilmeye başlanmıştır.

Kısaca tekrar ifade edersek Batı Medeniyetinin bir virüs gibi yaydığı bu bâtıl ideolojileri tamamıyla reddetmek ve bu ideolojileri araç olarak kullanarak bir yerlere gelinemeyeceğinin bilincinde olmak gerekir.

  1. Küresel Haçlı işgaline karşı Küresel Direniş konusunda Cihad bilincine sahip olunması: Küresel olarak Haçlı Batı Medeniyeti ve kukla destekçileri birçok yerde müslümanların yaşadığı beldeleri işgal etmiştir. Müslümanların yaşadığı beldelerin tamamı işgal altındadır. Fiilen işgal edilmeyen yerler bile ya ideolojik olarak yada ekonomik sömürü olarak yine işgal edilmiş durumdadır. Bombalar ve silahlar ile savaşın yürütüldüğü yerlerde ise demokratik metotlar ile karşı durmak olacak iş değildir. Fiili işgal edilmiş müslüman beldeleri savunmak için Küresel Haçlı işgaline Küresel bir Cihad yürütülmek zorunludur. Fiili işgal olan beldelerde fiili direniş, fiili işgalin olmadığı yerlerde ise Haçlı Batı ideolojilerini davet vb. yollar ile yıkmaya karşı bir mücadele gereklidir. Kâfirlerin işgali tek boyutta olmayıp birçok alandadır. Aynı şekilde müslümanların savunması ve kâfirlere karşı yürüttüğü savaşta birçok alanda yapılmalıdır. Tabi bunların başında fiili işgallere karşı fiili bir direniş gelmektedir.

Bu konuda ise hâlâ bazı cemaat ve şahıslar şuursuzca hareket edebilmekte, fiili bir cihad yürüten İslâmî hareketleri sürekli eleştirmektedir. Sanki bu işgallere karşı direniş bütün müslümanların görevi değilde sadece bazı hareketlerin göreviymiş gibi bir anlayış benimsenmekte, hiçbir fiiliyatta bulunmadan sürekli eleştiriler yapılmaktadır. Hatalar vardır ancak bu hatalar güzel bir metot kullanılarak düzeltilmeye çalışılmalıdır.

Küresel haçlı işgaline, katliamlara, tecavüzlere karşı koymak ve düşmanı bütün işgal edilen yerlerden def etmek küresel bir cihad ile mümkündür.

Kısaca değinmeye çalıştığımız bu konular vahdeti sağlamak için zikredilmesi yeterli olan bütün konuları ihtiva etmemektedir. Daha birçok tamamlanması ve netleştirilmesi gereken konularda vardır. Biz burada sadece başta gelen bazı konulara değinmeye çalıştık. Ümmetin vahdetine engel olan etkenler ve vahdet için yapılması gerekenler ayrıntılı düşünülmeli ve pratikte de ehl-i ilim âlimlerimizin öncülüğünde gerçekleştirilmeye çalışılmalıdır.

Yunus Dinçkan / Ümmet-i İslâm

İlgili Terimler : , ,
Yazar Hakkında

Yazar : imamoglumehmet

Yazar Hakkında : Ankara 1973 doğumluyum. Mamak İmam-Hatip Lisesinden 1991’de mezun oldum. 1996’da Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden İyi dereceyle mezun oldum. 1996’da Artvin’de öğretmenliğe başladım. Hâlen Ankara Keçiören Anadolu İmam-Hatip Lisesinde Meslek Dersleri öğretmenliği yapmaktayım.

Yazarın Tüm Yazıları İçin Tıklayınız

Yorumlar
İsminiz
E-Posta Adresiniz
Yorumunuz

Sitemizde En Çok Okunan İçerikler

Şehr-u Ramazân’ı Muvahhidce İhyâ EdelimRamazan ayı büyük bir heyecan dalgasıyla bir kez daha
Şehâdet Bir Çağrıdır Nesillere Ve Çağlara… Şubat ayı şehitler ayıdır. Şubat geldiğinde bunu en derinden
ÖLÜLERİN YAŞAYANLARIN AMELLERİNDEN İSTİFÂDE ETMESİ VE ÖLÜLERE KUR’AN MESELESİÖLÜLERİN YAŞAYANLARIN AMELLERİNDEN İSTİFÂDE ETMESİ VE ÖLÜLERE KUR’AN MESELESİ
Üç Ayları Nasıl İhyâ Etmeli “ Üç aylar” diye adlandırılan Receb, Şaban ve Ramazan

Sitemizde En Çok Yorumlanan İçerikler

Hangi Mevlânâ, Gerçek Mevlânâ? Mevlânâ[1] ve Mevlevilik Türkiye‘de öteden beri ilgi gören bir
İrtidat ve Yeni Dünya Düzeni
İrtidat ve Yeni Dünya DüzeniDr. Mehmet SÜRMELİ Dinin, “ hayat tarzı” olduğunu düşünürsek günümüzde
Ilımlı İslam(!)’ın Şövalyesi: Fethullah Gülen Ubeydullah TOPRAK ‘Ilımlı İslam’, adından da anlaşılacağı üzere, İslam Dini’ni
‘İhyâ mı İmhâ mı? Kitabımız Çıktı  ‘Tevhîd akidesini muhafaza ederek, ilim öğrenmek, ilim öğretmek, Şerîat’e
  • Videolar

    'Mü'minûn Sûresinden Âhiret Sahneleri' Sohbeti

    Lokman Aleyhisselâm'ın Öğütleri (1)

    Lokman Aleyhisselâm'ın Öğütleri (2)

    Âl-i İmrân Sûresi 190-195. âyetin tefsiri

    Düğün Sohbeti

    Suriye ve Mısır'daki Kardeşlerimiz İçin Dua

    Ahir Zaman Müslümanına Notlar

  • Arşiv

  • Etiketler

  • Tavsiye Siteler

    Islah Haber

    İmam Buhari Vakfı

    http://imambuharivakfi.org/

    İyiliğe Çağrı Yardım Derneği

    https://iyiligecagri.org.tr/

     

     

  • Ziyaretçiler

  • Sosyal Medya’da Paylaşın