CANIMIZ RASÛLULLAH’A FEDÂDIR… AMA KANDİL BİD’ATTİR

28.10.2020 tarihinde Genel kategorisine eklenmiş, Kişi Okumuş ve 0 Yorum Yapılmış.

 

Bugün Rasûlullah Sallallâhu Aleyhi Ve Sellem‘in doğum günüdür diye ‘Mevlid Kandiliniz mübarek olsun’ mesajları paylaşılmakta.

Bu tür kandil mesajlarına icâbet etmeyen ve ‘Mevlid Kandili’ diye bir ibadetin/ritüel’in olmadığını söyleyen Müslümanlarda Vehhâbî olmakla suçlanmakta ve Rasûlullah Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’i sevmemekle suçlanmakta. Bu tür suçlamalardan nasibini almış bir Müslüman olarak bu konudaki tavrımız ne olmalıdır? Niye kandil kutlamıyoruz? Suallerine cevap vermeye çalışacağız:

Hz. Muhammed’in doğum günü, doğduğu ay ve hatta doğduğu yıl konusunda ihtilaflar vardır.  İbn Kesir’in eserindeki genel kanıya göre Hz. Muhammed’in, Pazartesi günü doğmuş olduğu kabul edilmiştir. Rasûlullah’ın Pazartesi günü doğmuş olduğunu belirten bir rivayette şöyle denilmektedir: “Rasûlullah Pazartesi günü doğmuştur, Pazartesi günü peygamber olmuştur, Pazartesi günü Mekke’den hicrete başlamıştır, Pazartesi günü Medine’ye vararak hicretini tamamlamıştır, Pazartesi günü vefat etmiştir, Hacer-i Esved’i Pazartesi günü kaldırıp yerine koymuştur.”(İbn Kesir, el Bidaye ve’n-Nihaye Büyük İslâm Tarihi, c. 2, s. 411)

Yine Hz. Muhammed’in doğduğu ay ile ilgili de değişik rivayetler bulunmaktadır: Bazıları “Hz. Muhammed’in, Rebiülevvel ayının on yedisinde, Cuma günü
doğduğunu” rivayet ederken; bazıları da, Rebiülevvel ayının ikisinde, sekizinde, onunda, on ikisinde, on yedisinde doğduğunu rivayet etmişlerdir. Ayrıca gün vermeksizin Ramazan ayında doğduğunu veya Ramazan ayının on ikinci gecesinde, ya da Ramazan ayının on ikincisi olan Pazartesi günü doğduğunu rivayet edenler de olmuştur.

Görüldüğü gibi Rasûlullah’ın doğumuyla ilgili pek çok değişik rivayetler vardır ve gün, ay ve yıl olarak da birbirinden oldukça farklıdırlar. Hz. Peygamberimizin doğduğu gün, ay ve yıl üzerindeki ihtilafların hikmetini anlamak biraz da İslâm’ın ruhuna nüfuz etmeye bağlıdır. Eğer Hz. Peygamber’in zamanında bu önemli olay üzerinde durulsaydı, kesin olarak Hz. Peygamber’in doğum tarihi, gün, ay ve yıl olarak belirlenebilirdi ve bütün bu ihtilafları gidermek de mümkün olabilirdi. Peygamberimizin yaşamı ile ilgili olarak en küçük ayrıntıları veren bir  nesil için bu çok kolay bir iş olurdu. “O halde bu kolay iş niçin yapılmadı? Yahut niçin ihmal edildi?” sorusuna uzun bir cevap verilecek olursa, İslâmiyette kutsallık, bir varlık ile sınırlandırılmıştır; o da Yüce Allah’tır. Başka hiçbir varlığa ve hiçbir şeye kutsallık vermek uygun değildir. Onun için İslâm anlayışında mukaddes gün, mukaddes adam, mukaddes hatıra, mukaddes şey yoktur. Allah’ın dışındaki  varlıklara, kişilere ve nesnelere atfedilen kutsallık izâfidir. Bazı yerler ve nesneler yaptığı görev ve taşıdığı hatıra bakımından bir değer ifade eder. Yoksa mukaddes değildir. Müslümanlar, putperestliğin herhangi bir şekline saptıracak her hareketten  sakınmışlar ve bunun için gereken her tedbiri almışlardır. Daha sonraki Müslümanlar ise peygamberimizin doğduğu güne kutsiyet atfetmek arzusuyla hareket ederek,  araştırmalar yapmışlar ve bu yüzden anlaşmazlıklara düşmüşlerdir. Bu anlaşmazlıklar Hz. Peygamber dönemindeki Müslümanların çok derin ve yüksek manalı hareketi  karşısında değersiz kalmıştır. Çünkü Hz. Peygamberi anmak ve onu tebcil etmek isteyen bir Müslümanın herhangi bir güne saplanmasına gerek yoktur. Kıymet günde  ve saatte değil, şahsiyettedir. Ve o şahsiyetin tanınmasındadır. O şahsiyete karşı
gösterilecek hürmet şu veya bugünde merasim yapmakla ifa edilmiş olunamaz. Ancak
onun getirdiklerine en samimi bağlarla bağlanarak ve onları yaşatarak yerine getirilir. Bu yüzden ilk Müslümanlar, güzel günlerin anılarını belli bir zamanla sınırlamak istememişlerdir. Bu inceliği anlamayanlar gün, ay ve yıl belirlemek için ihtilaflara düşmüşlerdir ve bu aykırılıkların içinden çıkamamışlardır. Gerçekten ilk dönem Müslümanlarının, ‘Kutsal günler’ diye bir şey tanımamış olmaları, onların en belirgin özelliklerinden biri olmuştur. Çünkü gün ve saate bereket veren gerçek neden, o günü yaşama tarzı ile ilgilidir. O gün ve saati insanca ve Müslümanca yaşayan, Hz. Peygamberi kendisine rehber ve örnek alan kişi, umulan her bereketi gerçekleştirmiş olur.

Sonuçta Rasûlullah’ın sağlığında onun doğum yıl dönümü kutlanmadığı gibi Hulefâ-yi Râşidîn dönemiyle Emevî ve Abbâsî devirlerinde de mevlidle ilgili bir uygulamaya rastlanmamaktadır. Mısır’da Şiî Fâtımî Devleti kurulunca, soyundan geldiklerini söyledikleri Hz. Peygamber’in doğum yıl dönümü Muiz lidinillah döneminden (972-975) itibaren resmî törenlerle kutlanmaya başlanmıştır. Hz. Peygamber’in yanında Hz. Ali, Fâtıma, Hasan, Hüseyin ve o günkü halifenin mevlidlerinin de kutlandığı (bunlara “mevâlîd-i sitte” deniyordu), aynı zamanda receb, şâban ve ramazan aylarındaki kandiller ile ramazan ve kurban bayramları gibi vesilelerle düzenlenen diğer bazı resmî kutlamaların da ilk örneklerinin yaşandığı bu dönem İslâm tarihine kazınmıştır.

Osmanlı Padişahı II. Selim döneminde (1566-1574) camiler aydınlatılıp minarelerde kandiller yakılarak kutlandığı için bu gecelere kandil geceleri denilmiştir. Ve ‘Mevlid Kandili’ ismi de burdan kaynaklanmaktadır.

Mevlid kandilinin kutlanmasının hükmüne gelince; Ebû Şâme el-Makdisî, Şehâbeddin el-Kastallânî, İbn Hacer el-Askalânî ve Celâleddin es-Suyûti gibi bazı âlimler Hz. Peygamber’in dünyaya gelmesi sebebi ile sevinmenin, bu gün münasebetiyle muhtaçlara yardım etmenin, şiirler (mevlid gibi) okumanın güzel birer amel olduğunu söyleyerek, bu gibi Mevlid kutlamalarının “bid’at-ı hasene” (güzel bid’ât) sayılması gerektiğini söylemişlerdir. Mâlikî fakihi İbnu’l-Hâc el-Abderî, Ömer b. Ali el-Lahmî el-Fâkihânî, İbn Teymiyye, Şâtıbî, Şevkânî, Abdulaziz İbn Bâz ve Hammûd b. Abdillah et-Tuveycîrî gibi âlimler ise Mevlid kandili kutlamalarına “bid’at-i seyyie” (kötü bid’ât) gözüyle bakmış ve buna şiddetle karşı çıkmışlardır.

Hz. Peygamber ve Ashâb-ı Kirâm dönemlerinde görülmeyip onunla amel edilmeyen, hatta bir benzeri olmayan ve İslam’dan olmadığı halde sonradan ortaya çıkan ve ibadet kabul edilen görüş ve ameller, sünnete aykırı davranışlara bid’at denilir.

Dinde sonradan ortaya çıkan ve hakkında herhangi bir delil bulunmayan bu gibi durumlar hakkında Resûlullâh şöyle buyurmuştur:

“İşlerin en kötüsü sonradan ihdas edilenler / ortaya çıkarılanlardır.”; “Sonradan ihdas edilen her şey bid’attir”; “Her bidat dalâlettir, her dalâlet de ateştedir.”

İmam Mâlik’in konuyla ilgili şu sözünü hatırlamakta da büyük fayda vardır:

“Kim, bu ümmet içerisinde (din adına) geçmişte olmayan bir şey ihdas ederse (ortaya çıkarırsa) bu kişi, Hz. Peygamber’in Allah tarafından kendisine verilen risalet (elçilik) görevine ihanet ettiğini iddia etmiş olur. Çünkü Allah Teala “…Bugün dininizi olgunlaştırdım; size olan nimetimi tamamladım. Size din olarak İslâm’ı uygun gördüm…”(Mâide, 5/3) buyurmuştur. Bu yüzden, o gün din olmayan (dine dâhil olmayan) şey bugün de din olamaz. (İbn Hazm, el-İhkâm, fî Usûli’l-Ahkâm, Dâru’l-Hadîs, Kahire, 1984, c: 6, s: 225)

Normal zamanlarda caminin yolunu bilmeyen nice insan, bu gün ve gecelerde camilere akın etmekte, tevbe istiğfar edip namazlar kılmaktadırlar. Şimdi bu kandil kutlamalarının bid’at olduğunu söyleyerek bu yaptıklarını da yapmamalarını mı söylüyorsunuz?” şeklinde bazı düşünceler akla gelebilir. Hiç şüphesiz bir kimsenin Allah’a tevbe istiğfar etmesi, namaz kılıp oruç tutması küçümsenecek bir şey değildir. Bunun terkini de hiçbir Müslüman temenni edemez. Lakin sadece bu günlerin faziletine güvenip diğer günlerde dini, imanı, ameli unutan kişilerin varlığı da inkâr edilemeyecek bir hakikat olarak karşımızda durmaktadır. Bu kişileri böyle yanlış düşüncelere iten sebeplerin başında da uydurma hadisler gelmektedir. Mesela kadir gecesi ile ilgili şöyle bir hadis uydurulmuştur: “Kadir gecesi üç defa “La ilahe illallah”söyleyen müslümanın, birincisinde bütün günahları bağışlanır. İkincisinde Cehennemden kurtulur, üçüncüsünde Cennete girer.” Bu konuda M. Yaşar Kandemir Hoca şunları söylemektedir: “Tergîb (ibadete teşvik) için uydurulan hadisler, Müslümanları “zannedildiği gibi- dünyayı ihmal ederek nâfile ibadetle meşgul olmaya her zaman sevk etmemiş, hatta çoğu defa -Hz. Peygamberin neticesinden korktuğu üzere- onların farz ibadetleri dahi ihmal etmelerine yol açmıştır. Öyle ya “Bilmem hangi vakit iki rekât namaz kılmakla bütün günahlar affolununca, artık günde beş defa namaz kılmaya, senede bir ay oruç tutmaya, hacca gitmeye, zekât vermeye ne lüzum kalır. Mademki iki rekât namazla bütün günahlar affolunacakmış, niçin insan tatlı tatlı eğlenerek envâı-muharremâtı irtikâb etmesin (her çeşit haramı işlemesin). İki rekât namazla bütün bu habâsetleri (pislikleri) affettirmek her vakit için mümkün değil mi? En âdî kabahetlerden, hatta en şenî (iğrenç) cinayetlerden kurtulmak için iki rekat namaz kâfîdir, demekle esâsât-ı şeriyye ve ahlakiyenin çürük ve esassız olduklarını ilan etmek arasında bir fark görmüyoruz.”(M. Şemseddin’in Hurâfattan Hakikate adlı kitabından naklen: M.Yaşar Kandemir, Mevzu Hadisler, s: 201, Ankara, 1975, Diyanet Yayınları)

“Bid’atlar İslâm’ın ruhuna aykırı, Allah ve Rasûlü (sav) tarafından menedilmiş olmakla beraber bazı zamanlarda ve bazı içtimâî sınıflarda din duygusunun yaşamasını, dinin canlı kalmasını temin ediyor; bu bakımdan müsâmaha edilmesi gerekmez mi?” diyenlere ise şöyle cevap vermek gerekir:

“İslâm’ın iman, ibâdet, nizam ve ahlâk olarak terkedilip unutulması ve sadece bid’atlar vasıtasıyla varlığının hatırlanması onun hayatı değil, ölümüdür. Onu yaşatmak için bünyesine yabancı olan bid’atları değil, İslâm’ın esaslarını ihyâ etmek gerekir.

Başlıkta ifade ettik son olarak tekrarlayalım: ” Canımız Rasûlullah’a Fedâdır. Anamız, babamız, canımız Hz. Muhammed’e fedâdır.”

İlgili Terimler : ,
Yazar Hakkında

Yazar : imamoglumehmet

Yazar Hakkında : Ankara 1973 doğumluyum. Mamak İmam-Hatip Lisesinden 1991’de mezun oldum. 1996’da Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden İyi dereceyle mezun oldum. 1996’da Artvin’de öğretmenliğe başladım. Hâlen Ankara Keçiören Anadolu İmam-Hatip Lisesinde Meslek Dersleri öğretmenliği yapmaktayım.

Yazarın Tüm Yazıları İçin Tıklayınız

Yorumlar
İsminiz
E-Posta Adresiniz
Yorumunuz

Sitemizde En Çok Okunan İçerikler

Şehr-u Ramazân’ı Muvahhidce İhyâ EdelimRamazan ayı büyük bir heyecan dalgasıyla bir kez daha
Şehâdet Bir Çağrıdır Nesillere Ve Çağlara… Şubat ayı şehitler ayıdır. Şubat geldiğinde bunu en derinden
ÖLÜLERİN YAŞAYANLARIN AMELLERİNDEN İSTİFÂDE ETMESİ VE ÖLÜLERE KUR’AN MESELESİÖLÜLERİN YAŞAYANLARIN AMELLERİNDEN İSTİFÂDE ETMESİ VE ÖLÜLERE KUR’AN MESELESİ
Üç Ayları Nasıl İhyâ Etmeli “ Üç aylar” diye adlandırılan Receb, Şaban ve Ramazan

Sitemizde En Çok Yorumlanan İçerikler

Hangi Mevlânâ, Gerçek Mevlânâ? Mevlânâ[1] ve Mevlevilik Türkiye‘de öteden beri ilgi gören bir
İrtidat ve Yeni Dünya Düzeni
İrtidat ve Yeni Dünya DüzeniDr. Mehmet SÜRMELİ Dinin, “ hayat tarzı” olduğunu düşünürsek günümüzde
Ilımlı İslam(!)’ın Şövalyesi: Fethullah Gülen Ubeydullah TOPRAK ‘Ilımlı İslam’, adından da anlaşılacağı üzere, İslam Dini’ni
‘İhyâ mı İmhâ mı? Kitabımız Çıktı  ‘Tevhîd akidesini muhafaza ederek, ilim öğrenmek, ilim öğretmek, Şerîat’e
  • Videolar

    'Mü'minûn Sûresinden Âhiret Sahneleri' Sohbeti

    Lokman Aleyhisselâm'ın Öğütleri (1)

    Lokman Aleyhisselâm'ın Öğütleri (2)

    Âl-i İmrân Sûresi 190-195. âyetin tefsiri

    Düğün Sohbeti

    Suriye ve Mısır'daki Kardeşlerimiz İçin Dua

    Ahir Zaman Müslümanına Notlar

  • Arşiv

  • Etiketler

  • Tavsiye Siteler

    Islah Haber

    İmam Buhari Vakfı

    http://imambuharivakfi.org/

    İyiliğe Çağrı Yardım Derneği

    https://iyiligecagri.org.tr/

     

     

  • Ziyaretçiler

  • Sosyal Medya’da Paylaşın