Bana Çanakkale’yi Değil, İdlib’i Anlat!

17.03.2021 tarihinde İktibaslar kategorisine eklenmiş, Kişi Okumuş ve 1 Yorum Yapılmış.

Mirac Karaaslan

idlib

Çanakkale meselesi sadece bir propagandadır. Zerre kadar samimiyet içermez bu sahte kutlama ve anmalar. Çanakkale’yi resmi törenler ile ananlar, yüzbinlerce şehidin kemikleri ve kanı üzerine rant etmeye çalışanlardan başkaları değildir. Neden mi?

Öncelikle şunu hatırlatalım, Çanakkale Savaşı aslında harbin içindeki bir muhaberedir, sadece bir cephedir. Harb, cephelerin toplamının bir sonucudur ve esas olan harbi kazanmaktır. Galiçya cephesinde, Sina-Filistin cephesinde, Kafkasya cephesinde, Hicaz-Yemen cephesinde hep kaybettik ve bu nedenle Çanakkale cephesinde kazanmamız savaşın kazanılmasını getirmedi. Zaten bu savaş savunma savaşı idi, yani düşmanı hezimete uğratmak değil, hezimete uğramak engellendi, o da iki yıl sürdü, 1918’de Osmanlı Mondros Ateşkes Antlaşmasında kayıtsız şartsız teslim olmak zorunda kaldı. Yani kavga edip dayak yiyorsunuz, “Ama bir ara iyi bir tane sağ kroşe vurdum” diye kendinizi tatmin ediyorsunuz…

Çanakkale geçilmez diyorsunuz, 2 yıl sonra İngiliz gemilerinin elini kolunu sallayarak boğazdan geçip İstanbul’a demir atmasından bahsetmiyorsunuz…

Peki, neden büyütüldü bu zafer? Bu büyütme ta Osmanlı zamanında başladı. Halka savaşta moral vermek için bu yapıldı. Osmanlı uzun yıllardır ağır yenilgiler almış, büyük toprak kayıplarına uğramıştı. En son da Balkan Savaşı ile Balkanlar kaybedilmiş, 1. Dünya Savaşı ile Devlet-i Aliyye Osmaniye yıkılmıştı. Bunca yıldır durmadan savaşan ve yorgun düşen halka motivasyon için hutbeler de Çanakkale çok işlendi.

Peki, Çanakkale zaferi neden yeni Cumhuriyet’te bu kadar güçlü bir şekilde kutlanmaya devam ediyor? Devletin bunu resmi olarak gayr-i resmi milli bayram gibi kutlamasının esas sebebi, Çanakkale üzerinden Mustafa Kemal’in halka sevdirilmesi ve benimsetilmesidir. Kurtuluş Savaşında bile cephede kitap okumasıyla bilinen Mustafa Kemal’in tek kısmi başarısı -tabi o da doğru ise- olan Çanakkale zaferi, her yıl Mustafa Kemal merkezli ya da arka planında olmak üzere anılıyor. Oysaki savaşın içindeki alt rütbede bir komutandı Mustafa Kemal. Sadece onun bulunduğu yerde değil, diğer yerlerde de Osmanlı ordusu başarı gösterdi ve düşman çekildi.

Osmanlı ordusunun bu savaştaki başkomutanı Alman Otto Liman von Sanders olup, 1915 yılında Gelibolu ve Çanakkale Boğazı’nı savunan 5. Ordu komutanlığına atandı. Bu görevindeki başarıları nedeniyle Osmanlı Ordusu’nda Müşir rütbesine terfi ettirildi. Savaş, günümüz tarih kitaplarında ise resmen amuda kaldırılarak Mustafa Kemal’in zaferi olarak anlatılıyor. Zaten Mustafa Kemal orada bulunmasaydı devletin çok da umurunda olmazdı bu zafer.

Diyeceksiniz ki bizim cemaatler neden bu kadar hevesli Çanakkale meselesine? Osmanlı’nın onca şanlı zaferinde ve fethinde gene yüzbinler şehid düştü, onları neden böyle coşkuyla anmıyorlar? Ki onlar Çanakkale Cephesi gibi kısmi bir zafer de değildi. Aslında bunların yaptığı, rejimin kuyruğundan gitmekten başkası değildir. Diyanet’in de “Kutlu Doğum” programları yapmasıyla “Kutlu Doğum” programları yapmaya başlayan cemaatler gibi…

* * *

Bir diğer mesele Çanakkale savaşının ruhu ve manasından uzak olmaları. Eğer zerre kadar Çanakkale cihadının şuuruna ermiş olsalardı, bugünün Çanakkale’si olan İdlib’ten ve Halep’ten de bahsederlerdi.

Çanakkale savaşında iki önemli nokta vardır. Bu ikisini idrak etmeden Çanakkale’yi anmak sadece onu tüketmektir.

Birincisi, Çanakkale Savaşı İslam için, şeriat için, hilafet merkezi İstanbul’un düşmemesi, halifenin esir olmaması için yapılmıştır. Çanakkale savaşından seküler ruh çıkmaz! Çanakkale savaşında savaşan yiğitlerin aklında ve kalbinde iki kelime vardı: Cihad ve Şehadet. Bu nedenle bombalar yağarken Kur’an okuyarak sabrettiler, siperleri terk etmediler. Allah-u Ekber diyerek taarruz ettiler, öyle bir şehadet bilinci vardı ki ölümün üzerine koşan taburlardan geriye bir nefer dönmüyordu.

Çanakkale’ye gidin ve görün. Akif’in dediği gibi; “Şüheda fışkıracak, toprağı sıksan şüheda”…  Dahası kanlı Kur’an- Kerim’ler, kanlı Tevhid sancakları…

Peki, bugün bunu nerede görüyoruz? Çanakkale’deki mini etek giydirilen genç kızların askeri bando ile yürüyüş yaptırıldığı resmi geçitlerde mi? Yoksa, İdlib’in fethinde elindeki tevhid sancağı ile vurulup düşen gençlerde mi?

Çanakkale’deki ikinci önemli mesele, ümmetin tüm coğrafyalarından gençlerin gönüllü olarak cihada koşmasıdır.

Dünyanın dört bir yanından ümmetin gençleri akın etti cihad cephesine. Gidin bakın Çanakkale şehidliğine, orada koyun koyuna yatan gençleri görürsünüz. Nereden gelmemişlerdi ki, Balkanlar, Kafkasya, Ortadoğu, Afrika… Kudüslü, Antepli, Halepli, Diyarbakırlı, Hamalı, Bağdatlı, Saraybosnalı her yerden geldiler Allah yolunda savaşmak için.  “Çanakkale’den bana ne!” demediler. “Çanakkale bizim meselemiz değil” demediler. “Çanakkale Türklerin, Arapları ilgilendirmez” demediler. Geldiler çünkü bunu İslam emrediyordu. Geldiler çünkü ümmet olmak bunu gerektiriyordu.

Çanakkale’de savaşı kazanan Türkler değildir. İslam ordusudur. Ki o orduda Türk de, Kürt de, Çerkes de, Arap da, Boşnak da, Arnavut da… vardı. Çanakkale ümmetin savaşıydı.  Bugün İdlib de olan da budur. İdlib’teki Fetih Ordusu saflarında Türkler, Kürtler, Araplar, Boşnaklar, Çerkesler omuz omuzadır.

Peki ya bugün Çanakkale’yi en “coşkulu” bir şekilde kutlayan hükümet ve devlet aynı meseleye ne yapıyor? Çanakkale’ye dört bir yandan gelen gençlerle övünen hükümet, bugün Suriye’ye yeni Çanakkale’ye akın akın gelen gençleri otogarlarda havalimanlarında gözaltına alıp geri ülkelerine göndermekte ya da hapse atmaktadır. Hangi Çanakkale’den o halde bahsediyorsunuz?!

100 yıl önce İslam düşmanları dünyanın dört bir yanından paralı asker getirip bize karşı cepheye sürmüştü. Bugün Suriye’de Esad ordusu da aynı şekilde toplama paralı askerlerdir. Kimi Afgan Şii, kimi İranlı, kimi Rus, kimi Ukraynalı, kimi Lübnan Hizbullah’ı… Hepsinin ortak özelliği maaşlı katiller olması. Oysaki İdlib’i fetheden muhaliflerin çatı hareketi Fetih Ordusu, Çanakkale savaşında olduğu gibi gönüllülerden oluşuyor. Bu nedenle Avrupa’dan mühendisler olsun, Körfez ülkelerden gençler olsun rahat yaşamlarını geride bırakarak hicret edip bu orduya cihada katıldı. Çanakkale’de olduğu gibi!

Bizim sistemden bir beklentimiz yoktur. Sadece ikiyüzlü duruşu ortaya koymak için bahsettik. Asıl tepkimiz, Müslüman halkı peşinden sürükleyen cemaatleredir.

Bugün Çanakkale’den bahseden cemaatler, yanı başınızdaki İdlib hakkında neden ağzınızdan birkaç cümle çıkmıyor? Kalem sahibi yazarlar, mürekkebiniz mi kurudu? Vaaz veren hocalar, mikrofonunuz mu bozuldu? Çanakkale’yi bugün gündem edenler, dün gece Fetih Ordusu’nun özgürleştirdiği Cisr Şuğur şehrinden haberiniz var mı? Hayır, yok. Ne yazıyorsunuz, ne vaaz ediyorsunuz, ne gündem ediyorsunuz. Çünkü Çanakkale geçmişte yaşandı ve bitti, bir şey yapmanıza gerek yok. Ama İdlib tarih kitaplarında değil ve şu an savaş devam ediyor! Neyse, rahatınız bozulmasın…

Ey İdlib’in, Karmid’in, Cisr Şuğur’un fatihleri! Vallahi sizler ne kınamacının kınamasından çekiniyorsunuz, ne de Allah’tan başkasından beklenti içindesiniz. Bugün ümmet için, mazlumlar için, İslam için Halep’e, İdlib’e evini, ailesini, işini bırakıp hicret eden sizler, yıl 1915 olsaydı aynı şekilde Çanakkale’ye akın ederdiniz. Amelleriniz, ahdinizin şahididir! Bu nedenle Mehmet Akif’in Çanakkale için yazdığı şiiri bugün ancak sizler hak ediyorsunuz! Her satırında kendinizi bulacaksınız, size ithaf ediyorum, sizlere selam olsun!

* * *

Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vâdîlere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere,
Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermîler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdîde güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat îman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te'sis-i İlâhî o metîn istihkâm.

Sarılır, indirilir mevki'-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkîf edemez sun'-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedî serhaddi;
"O benim sun'-i bedî'im, onu çiğnetme" dedi.
Âsım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek.

Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Yaralanmış tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd'i...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
"Gömelim gel seni târîhe" desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istîâb.
"Bu, taşındır" diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Sen bu âvîzenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvîzeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.

Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddîn'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslâm'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...

Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber,
Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.

(Mehmet Akif Ersoy, Safahat)

İlgili Terimler : , , ,
Yazar Hakkında

Yazar : imamoglumehmet

Yazar Hakkında : Ankara 1973 doğumluyum. Mamak İmam-Hatip Lisesinden 1991’de mezun oldum. 1996’da Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden İyi dereceyle mezun oldum. 1996’da Artvin’de öğretmenliğe başladım. Hâlen Ankara Keçiören Anadolu İmam-Hatip Lisesinde Meslek Dersleri öğretmenliği yapmaktayım.

Yazarın Tüm Yazıları İçin Tıklayınız

Yorumlar
İsminiz
E-Posta Adresiniz
Yorumunuz

Emre
31 Aralık 2016 - 14:47

EY İDLİB DAĞLARI…

söyle..!
Nedir heybetinde sakladığın sukûnetin?
söyle..!
Ardında kaç feryâd kaç âh biriktirdin?
söyle..!
Ardında kaç yuva zîruzeber oldu?
söyle..!
Ardında yavrularimin koşuşturduğu kaç sokak terkolundu?
söyle..!
Ardında kaç ümran’im kan biriktirdi papuçlarında?

EY İDLİB DAĞLARI…

söyle..!
Nedir heybetinde sakladığın sukûnetin?
söyle..!
Ardinda kaç bîçare bacım ellerini açtı Rabbine şikayetle?
söyle..!
Ardında kaç anamın göz yaşları tükendi şehadetlerle?
söyle..!
Alnında kaç cumali’mi taşıdın tekbirlerle?

EY İDLİB DAĞLARI…

şimdi duy! ve dinle!!!
Döneceğiz!
Yüreklerimize sığdıramadığımız ahîdlerle!
Döneceğiz!
Adları savaşın çocukları konmuş yetimlerle!…
Döneceğiz! Döneceğiz! Döneceğiz!!!

Emre MEŞE

Sitemizde En Çok Okunan İçerikler

Şehr-u Ramazân’ı Muvahhidce İhyâ EdelimRamazan ayı büyük bir heyecan dalgasıyla bir kez daha
Şehâdet Bir Çağrıdır Nesillere Ve Çağlara… Şubat ayı şehitler ayıdır. Şubat geldiğinde bunu en derinden
ÖLÜLERİN YAŞAYANLARIN AMELLERİNDEN İSTİFÂDE ETMESİ VE ÖLÜLERE KUR’AN MESELESİÖLÜLERİN YAŞAYANLARIN AMELLERİNDEN İSTİFÂDE ETMESİ VE ÖLÜLERE KUR’AN MESELESİ
Üç Ayları Nasıl İhyâ Etmeli “ Üç aylar” diye adlandırılan Receb, Şaban ve Ramazan

Sitemizde En Çok Yorumlanan İçerikler

Hangi Mevlânâ, Gerçek Mevlânâ? Mevlânâ[1] ve Mevlevilik Türkiye‘de öteden beri ilgi gören bir
İrtidat ve Yeni Dünya Düzeni
İrtidat ve Yeni Dünya DüzeniDr. Mehmet SÜRMELİ Dinin, “ hayat tarzı” olduğunu düşünürsek günümüzde
Ilımlı İslam(!)’ın Şövalyesi: Fethullah Gülen Ubeydullah TOPRAK ‘Ilımlı İslam’, adından da anlaşılacağı üzere, İslam Dini’ni
‘İhyâ mı İmhâ mı? Kitabımız Çıktı  ‘Tevhîd akidesini muhafaza ederek, ilim öğrenmek, ilim öğretmek, Şerîat’e
  • Videolar

    'Mü'minûn Sûresinden Âhiret Sahneleri' Sohbeti

    Lokman Aleyhisselâm'ın Öğütleri (1)

    Lokman Aleyhisselâm'ın Öğütleri (2)

    Âl-i İmrân Sûresi 190-195. âyetin tefsiri

    Düğün Sohbeti

    Suriye ve Mısır'daki Kardeşlerimiz İçin Dua

    Ahir Zaman Müslümanına Notlar

  • Arşiv

  • Etiketler

  • Tavsiye Siteler

    Islah Haber

    İmam Buhari Vakfı

    http://imambuharivakfi.org/

    İyiliğe Çağrı Yardım Derneği

    https://iyiligecagri.org.tr/

     

     

  • Ziyaretçiler

  • Sosyal Medya’da Paylaşın