ASRIMIZIN BÜYÜK FAKİHLERİNDEN VEHBE ZUHAYLÎ
09.08.2020 tarihinde Genel kategorisine eklenmiş, Kişi Okumuş ve 0 Yorum Yapılmış.
İslâm âleminin ve Suriye’nin önde gelen fıkıh âlimlerinden olan Vehbe Mustafa ez-Zuhaylî 23 Şevvâl 1436/8 Ağustos 2015 Cumartesi günü Suriye’nin Şam vilâyetinde 83 yaşında vefât etti ve hâlen devam etmekte olan savaş nedeniyle bütün Müslümanların büyük üzüntü yaşadığı son beş yılının hüznüne “âlimin ölümü âlemin ölümü demektir” hadîs-i şerifini de hatırlatarak hüzün kattı. Özellikle Fıkıh alanındaki eserleriyle haklı bir şöhreti olan Vehbe Zuhaylî’ye Allah’tan rahmet diliyoruz.
VEHBE ZUHAYLÎ’NİN HAYATI
Gerek geleneksel kadîm usulle gerekse resmî eğitim müesseselerinde ilim tahsil eden ve bu yönüyle fıkıh alanında son dönem âlimleri arasında temâyüz eden Dr. Vehbe ez Zuhaylî, 1932 yılında Şam’ın kırsal beldelerinden Deyr Atıyye’de dindarlığıyla tanınan bir ailede dünyaya geldi. Babası çifçi ve tüccâr bir kişi olmakla birlikte Kur’ân-ı Kerîm’i hıfzeden ve sünnete seniyyeyi öğrenme ve uygulamaya yoğun muhabbet duyan bir kimseydi. İlkokulu Suriye’nin el-Mîlâd şehrinde, liseyi Şam’da bulunan altı yıllık Külliyyetü’ş-Şer‘iyye’de okuyan ez-Zuhaylî, mezun olduğu 1952 yılında okulunu birincilikle bitirdi.
Üniversite ve enstitülerde yürüttüğü çalışmalara bakıldığında çeşitli alanlarda çalışma yaptığı görülen ez-Zuhaylî, ilmî tahsilini Ezher Üniversitesi Şeriat Fakültesi’nde sürdürdü, 1956 yılında yükseköğretim diplomasını birincilikle elde etti. Ezher Üniversitesi Arap Dili Fakültesi’nden mütehassıs öğretim icâzeti yanında, uluslararası diplomayla birlikte öğretim icâzeti de aldı. Ayrıca, 1957 yılında Aynü’ş-Şems Üniversitesi’nde hukuk alanında da lisans eğitimini iyi derece ile tamamladı. İslâm hukuku, Arap dili ve Modern hukuk alanında eğitim gören ez-Zuhaylî, yüksek lisans diplomasını ise Kâhire Üniversitesi Külliyetü’l-Hukûk bünyesindeki Ma‘hedü’ş-Şerî‘a’dan 1959 yılında elde etti. 1963 yılında İslâm hukuku alanında tamamladığı doktorasını, Âsâru’l-harb fi’lfıkhi’l-İslâmî: Dirâseten Mukâraneten beyne’l-mezâhibi’s-semâniyye ve’l-kânûni’d-düveli el-âmm başlıklı tez konusunu hazırlayarak, birinci onur derecesiyle tamamladı ve tezinin yabancı üniversitelerde tanınıp istifade edilmesi
için yayımlaması tavsiye edildi.
İlim tahsil etmede çok gayretli olan Vehbe ez-Zuhaylî’nin bu nedenle pek çok hocadan ders aldığı görülür. Ona fakîh, muhaddis veya düşünür olarak farklı alanlarda katkı sağlayan hocalarının onun yazdığı eserlerde de etkisi oldu. Şam’daki hocaları arasında hadiste Mahmûd Yâsin, akâidde Mahmûd erRankûsî, ferâizde Hasan eş-Şattî, Şâfiî fıkhında Hâşim el-Hatîb, usul-i fıkıh ve hadis ıstılâhâtında Lütfî el-Feyûmî, tecvittdde Ahmed es-Semmâk, tilâvette Hamdi Cüveycâtî, nahiv ve sarfta Ebû’l-Hasan el-Kassâb, tefsirde Hasan Habneke ve Şeyh Sâdık Habneke el-Meydânî, belâgat ve Arap edebiyatı gibi Arap dili ilimlerinde Sâlih el-Ferfûr, hadis ve ahlâkta Hasan el-Hatîb, Ali
Saʻdüddîn, Subhî el-Huzeyrân ve Kâmil Kassâr, hitâbette ise Cevdet el-Mardînî zikredilebilir. Mısır’da ise aralarında Ezher’de hocalık yapan Mahmûd Şeltût, Abdurrahmân Tâc, mukayeseli hukuka dair Şeriat Fakültesi dekanı Îsâ Münevven, Şâfiî fıkhında Câdurrâb Ramazan, Mahmûd Abdüddâyim ve Mustafa Mücâhid, usûl-i fıkıhta Mustafa Abdulhâlık, onun kardeşi Abdulğanî Abdulhâlik, Osman el-Marâzıkî, Hasan Vehdân ve ez-Zavâhirî eş-Şâfiî’nin de bulunduğu çok değerli hocalardan ders almıştır Ayrıca Şeyh Muhammed Ebû Zehra, Şeyh Ali Hafîf ve Şeyh Muhammed el-Benna vb. hocalara da öğrencilik yaptı.
Öğrencileri arasında kardeşi Dr. Muhammed ez-Zuhaylî, Muhammed Fâruk Hamâde, Muhammed Nuaym Yâsin, Dr. Abdüssettâr Ebû Gudde, Abdüllatîf Ferfûr ve Bedîʻ es-Seyyid el-Lahhâm sayılabilir. Talebelerinden Dr. elLahhâm hocasını “İlim ve öğrenme konusunda çok gayretliydi. Öyle ki bütün vaktini kitapları arasında araştırma yaparak ve kendilerine son derece hürmet beslediği ve onlara karşı duyduğu sevgi ve vefâyı ifade edecek şekilde güzel övgülerle övdüğü hocalarından istifâde ederek geçirirdi. Bu hocalarının başında Şam ve Kâhire’nin üstatları sayılan Şam’dan Şeyh Hasan Habeneke elMeydânî, Şeyh Hasan eş-Şattî, Şeyh Mahmûd Yâsin, Kâhire’den ise Şeyh Muhammed Ebû Zehra, Şeyh Mahmûd Şeltût ve Şeyh Ali el-Hafîf bulunur.” diyerek anlatmıştır.
Öğretim çalışmalarına 1963 yılında Şam Üniversitesi’ne okutman olarak atanmasıyla başlayan ez-Zuhaylî, 1969’da yardımcı doçent ve 1975’te ise profesörlüğe yükseldi. Orada öğretim, telif, yönlendirme, genel ve özel konferanslar verme ve fıkıh ile usûl-i fıkıh alanında ihtisaslaşma faaliyetlerini sürdürdü. Bu iki alanın yanında Şam Üniversitesi Külliyyetü’ş-Şerî‘a’da mukayeseli hukuk, Külliyyetü’l-Hukûk’ta şerî‘a dersleri ve yine her iki fakültede lisansüstü dersleri verdi.
Libya’nın el-Beydâ şehrinde, Muhammed b. Ali es-Senûsî Üniversitesi Külliyyetü’ş-Şerî‘a ve’l-Kânûn’da iki sene misafir hoca olarak görev yapmış, bu esnada kendisinden lisansüstü eğitimde konferanslar vermesi talep edilince bu isteği de yerine getirdi 1984-1989 yıllarında beş sene Birleşik Arap Emirlikleri Üniversitesi Külliyyetü’ş-Şerî‘a ve’l-Kânûn’da görev yaptı, ayrıca Sudan’da bulunan Hartûm Üniversitesi Kısmü’ş-Şerî‘a’da lisansüstü öğrencilere fıkıh ve usûl-i fıkıh alanında konferanslar vermek üzere, Ümm Durmân’da bulundu. 1989-1990 yıllarında ise Ramazan ayında dersler vermek için Katar ve Kuveyt’e gitti. Altmışlı yılların sonlarında Şam’da Külliyyetü’ş-Şerî‘a’nın eğitim-öğrenim plânını ve müfredatını hazırladı, ayrıca Birleşik Arap Emirlikleri’nde Külliyyetü’ş-Şerî‘a ve’l-Kânûn’da Kısmü’ş-Şerî‘a’nın hazırlık çalışmalarını da yürüttü. 1999’da ise Suriye’de bulunan Ma‘hedü’ş-Şerî‘a’nın plânlamasına katkıda bulundu. ١٩٨8 yılında Kuveyt Üniversitesi tarafından neşredilen Mecelletü’ş-Şerî‘a ve’t-Dirâsâti’l-İslâmiyye’nin yayın faaliyetlerini sürdür ez-Zuhaylî, ayrıca Birleşik Arap Emirlikleri’nde Mecelletü’ş-Şerî‘a ve’l-Kânûn’u kuruculuğunu yapıp yayın hayatını başlattı.
ez-Zuhaylî, üniversitede aldığı görevlerin yanında ilmî heyet ve konseylerde de yer aldı. Ürdün İslâm Medeniyeti Araştırmaları Kraliyet Konseyi’nde üye, Cidde İslâm Fıkıh Konseyi, Mekke-i Mükerreme Fıkıh Konseyi ile Hindistan, Amerika ve Sudan’da İslâm Fıkıh Konseyi’nde uzman, Bahreyn’de İslâmî Mudârebe ve Kliring Şirketi’nde şerʻî denetleme heyeti ve yine Bahreyn ve Londra’da Uluslararası İslâm Bankası’nın denetleme heyetinde başkanlık yapmıştır. Ayrıca Kuveyt’te Fıkıh Ansiklopedisi, Şam’da Büyük Arap Ansiklopedisi, Ürdün’de İslâm Medeniyeti Ansiklopedisi, Cidde’de İslâm Fıkıh Konseyi’nin Muâmelât Fıkhı Ansiklopedisi’nde üye yazar olarak çalışmıştır. Oxford İslâm Araştırmaları Merkezi’nde ve Mecelletü’l-Fıkhi’l-Mukârin’in istişâre heyeti
üyeliğini yapmıştır.
Eserleri ilmî derinlik ve metot yönüyle dikkat çeken ez-Zuhâylî, pek çok alana dair telifte bulunmasının yanı sıra tahkik ve tahrîc çalışmaları da yapmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır: er-Ruhas eş-şerʻıyye: ahkâmuhâ ve davâbituhâ, el-İslâm dinü’l-cihâd la el-udvân, el-İslâm dinü’ş-şûrâ ve’d-dimukrâtıyye, el-Kıssatü’l-Kur’ânîyye: hidâye ve beyân, el-Ahkâmü’d-darûriyye ve’l-katʻıyye fi’lİslâm, el-Kurʻânü’l-Kerîm: bünyetühü’t-teşrîʻıyye ve hasâisuhu’l-hadâriyye (Türkçe’ye tercüme edilmiştir.), el-Mevsûatü’l-Kur’âniyye el-müyesserâ, etTefsîru’l-münîr fi’l-akîde ve’ş-şerîʻa ve’l-menhec (16 cilt, 1995 yılında İslâm alemindeki en iyi kitap ödülünü almıştır.), et-Tefsîru’l-vecîz, et-Tefsîru’l-vasît (3 cilt), 1959 yılında hazırladığı yüksek lisans tezi ez-Zerâiʻ fi’s-siyâseti’ş-şerʻıyye ve’l-fıkhi’l-İslâmî, Kavâidü’l-fıkhı’l-Hanbelî min kitâbi’l-Muğnî li İbni Kudâme, Tahkîk ve tahrîcü ehâdîs ve âsâri Câmiʻu’l-ilim ve’l-hikem li İbni Receb, Takdîm Müslim li’n-Nevevî, el-Alâkâtü’d-düvelîyye fi’l-İslâm, elFıkhu’l-İslâmî ve edilletühû (11 cilt, Türkçe ve Malaycaya çevrilmiştir.), Hukûku’l-insân fi’l-İslâm (Komisyon ile birlikte), el-Kânûnu’d-düvelî el-insânî ve hukûku’l-insân (Malaycaya çevrilmiştir.), el-Âlemü’l-İslâmî fî müvâceheti’ttehaddiyâtı’l-garbiyye (Türkçe ve Malaycaya çevrilmiştir.), Usûlü’l-îmân ve’lİslâm, Müşkilât fî tarîki’n-nuhûd, el-Alâkâtü’d-düvelî fi’l-İslâm mukâreneten bi’l-kânûni’d-düveliyyi’l-hadîs, Hakku’l-hurriyye fi’l-âlem, Hıvârun havle tecdîdi’l-fıkhi’l-İslâmî, el-Üsratü’l-müslime fi’l-âlemi’l-mu‘âsır, el-Müvâzene beyne’l-Kur’ân ve’s-sünne fi’l-ahkâm, el-Mesârifü’l-İslâmiyye, el-Mu‘âmelâtü’lmâliyye el-Mu‘âsıra, el-İktisâdü’l-İslâmî (İngilizceye çevrilmiştir), Ahlâku’lmüslim: alâkatuhu bi’l-müctemaʻ, Ahlâku’l-müslim: alâkatuhu bi’l-hâlık,
Âsâru’l-harb fi’l-fıkhi’l-İslâmî, Usûlü’l-fıkhi’l-Hânefî, el-Fıkhu’ş-Şâfiî el-müyesser, el-Fıkhu’l-Hanefî el-müyesser, el-Fıkhu’l-Hanbelî el-müyesser, el-Fıkhu’lMâlikî el-müyesser, el-Vasît fî usûli’l-fıkhi’l-İslâmî, Nazariyyetü’d-darûre eşşerʻıyye, Nazariyyetü’d-damân ve diğerleri.
Eserlerini çeşitli amaç ve maksatlara yönelik, muhtelif alanlarda yazan Zuhaylî’nin tefsirine bakıldığında bir müfessir, el-Fıkhu’l-İslâmî ve edilletühü gibi fıkha dair meseleleri ele aldığı eserlerine bakıldığında ise bir fâkih olduğu görülür. ez-Zuhaylî’nin yazdığı eserleri tetkik edildiğinde onun sadece fıkıh, Arap dili, tefsir, hadis gibi geleneksel ilimler alanında değil, aynı zamanda bir iktisatçı, hukukçu, eğitimci ve sosyolog olduğu, İslâmî birikimini, yayıncılıktan teşkilatçılığa pek çok alana taşıdığı görülecektir. (Osman Said HOURAN, Vefeyât)
Merhûm Vehbe ez-Zuhaylî ile 2011 Yılında Dârul Hikme Ekibinin Yaptığı Röportaj
Ömer Faruk Tokat: Türkiye’de akademik ortamda genel olarak bir tür modernist temayülün egemenliğinden bahsetmek mümkün. Pakistanlı Dr. Fazlurrahman ve Mısırlı sayın Hasan Hanefî vb. isimlerin etkisi altında olduğunu gözlemlediğimiz birçok akademisyen var…
Vehbe Zuhaylî Hoca: Öncelikle Hasan Hanefî’den “sayın” diye sözetmeyin. O bir isyankârdır (mütemerriddir). Modernistler İslâm dairesinin dışında değerlendirilmelidir.
Ömer Faruk Tokat: Bu akımın karşısında yer alanlar ise modernistler tarafından “geleneği” kutsallaştırmak ve gelenek taklitçiliğiyle itham ediliyor. Siz Türkiye’de özellikle el-Fıkhu’l-İslâmî ve Edilletuhû adlı ansiklopedik çaptaki çalışmanızın Türkçeye çevrilmesinden sonra çok bilinen bir şahsiyet oldunuz. Bu yüzden bu meyanda yapacağınız değerlendirmelerin önemli olduğunu ve Türkiye halkları üzerinde hatta akademik çevrelerde etkileri olabileceğini düşünüyoruz. Modernistleri ve gelenekçileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Vehbe Zuhaylî Hoca: Rahman ve rahîm olan Allah’ın adıyla… Modernistler diye adlandırılan kesimin İslâmî düşünme biçiminden kendilerini soyutladıklarını, buna muhalif durduklarını ve hatta düşmanlık yaptıklarını düşünüyorum. Bunlar Batı kültüründen ve ithal düşüncelerden yoğun olarak etkilenmiş kimselerdir. Bu akım Kur’ân-ı Kerim’de ve Sünnet-i Nebevîyye’de açıklanan Allah’ın dini ile çatışmaktadır. Biz ilmî gelişme hususunda hiç kimseye mani olmayız. Her sahadaki modern ilimlerin sonuçlarından faydalanma, endüstri, ziraat, uzay bilimleri, kara ve deniz bilimleri de dâhil olmak üzere her alanda muasır kalkınma seviyesine ulaşma konusunda İslam ümmetinin batıyla rekabet etmesine kimsenin karşı olması mevzubahis değildir. İslam bizden bütün bu alanlarda varlık göstermemizi ve başkalarıyla rekabet ederek gelişmemizi ister. Ancak ilmî gelişme dediğimiz şey İslâm’ın sâbitelerince kuşatılmış ve sınırları bu sâbitelerle belirlenmiş olmalı. O halde İslâm âlimleri olarak biz otantiklik/özgünlük ile muasırlığı cem’etmek durumundayız. Ancak sâbitelerimizi korumalıyız. Çünkü onlar beşerî bir aklın ürünü değil; Allah Celle Celâluhû’nün vahyi, kelâmı ve kıyâmete kadar varlığını sürdürecek tertemiz, evrensel, son ve yegâne dinidir.
Biz zikredilen bu asılları değiştirme yetkisine sahip değiliz. Çünkü bu, hiç kimsenin ihlal ve tecavüz etme ya da bu şeriatın belirlediği bir şeyi reddetme yetkisine sahip olmadığı, ilâhî ve Rabbânî bir şeriattır. Bununla birlikte bu ilâhî şeriat dünyaya açılmaya ve farklı kültürleri almaya ve bilimlerin pratik gerçekliğe aktarılmasına ve tercüme edilmesine çağıran ilk dindir. Dolayısıyla bunların istediklerini biz kendi sâbitelerimizi kullanarak da gerçekleştirebiliriz. Yani geriliğin sebebini, sâbitelerde değil Müslümanların, marifet ve bilgilerini pratik gerçekliğe dönüştürme konusundaki ihmalkâr tutumlarında aramak gerekiyor. Hikmetin gereği budur. Her şeyden önce biz Müslüman’ız. Bununla birlikte bu asırda yaşıyoruz ve insan ihtiyaçlarının ve maslahatlarının gerektirdiği her şeyi saygıyla karşılıyoruz. Zira Allah Sübhânehû ve Teâlâ bu ümmetin aklını ihmal etmediği gibi zihnî ve düşünsel faaliyete, tefekkür ve tedebbüre teşvik etmektedir: “Şüphesiz bütün bunlarda düşünen bir toplum için ibretler vardır”, “Şüphesiz bütün bunlarda akıl sahipleri için ibretler vardır”, “Şüphesiz bunda akıl sahipleri için (Allah’ın kudretine) işaretler vardır” vb. âyetler bu hususu açıklar. Dolayısıyla İslâm’ın getirdiği her şey aklî ve düşünsel çalışmalar için bir hareket noktasıdır. Bu yüzden İslâm’ın ilimle çatıştığını söylemek hiçbir şekilde mümkün değildir. İlmin ulaştığı kesin sonuçların hepsi İslam’la uyum halindedir.
Ömer Faruk Tokat: Hocam, Muhammed Âbid el-Câbirî, Nasr Hâmid Ebû Zeyd, Muhammed Arkoun vs. kimseler nassların tarihselliğini savunan akademisyenlerin sesleri Türkiye, Endonezya ve Malezya gibi Arap olmayan toplumlarda daha fazla yankı buluyor. Sizce bunun sebebi nedir?
Vehbe Zuhaylî Hoca: Evet bu söylediğiniz doğru. Arap olmayan toplumlarda daha etkin olmak istiyorlar. Bu bir anlamda çirkin bir fırsatçılıktır. Arap olmayan halkları, imkânlarıyla, felsefe ve düşünceleriyle etkileyeceklerini sanıyorlar. Çünkü Araplar nass dairesinin dışına çıkmaz. Ayrıca bu kişiler nassların tarihselliği vb. söylemleri dile getirirken büyük bir yanlışın içindeler. Zira bu, Allah’a ve Resulü’ne bir ihanettir. Nasslar kıyamete kadar daim ve kâimdir. Dolayısıyla Kur’ân ve Sünneti tarihsellik tezi içine hapseden bir anlayış, sahibini ilhada ve küfre götürür… Bu şeriatın asılları ve gerektirdikleriyle çatışan bir yaklaşım biçimidir.
Ömer Faruk Tokat:Günümüzde Usul-i Fıkıh ilmi, kıyas maksatlı “ta’lil”e ve “lafzî mebhaslere” fazlaca yer verdiği, Usul-i Hadis ilmi ise hem tek bir mezhebin (Şafiî mezhebi) görüşleri doğrultusunda takarrur ettiği, hem de rivayetlerin sıhhat değerlendirmesinde ağırlıklı olarak senedi ön plana aldığı gerekçesiyle eleştiriliyor. Usul-i Fıkh’ın tümevarımcı bakış açısını temsil eden “makasıd” merkezli bir yapıya, Usul-i Hadis’in de sıhhat kriterlerini Kur’ân’ı merkeze alan bir yaklaşım üzerine bina edilmesi gerektiği söyleniyor. Hatta bütün ilimlerin usulüyle-füruuyla, rivayetiyle-dirayetiyle Arap aklının (ya da daha genel olarak “Ortadoğu aklı”nın) tarihin belli bir dönemindeki işleyiş biçimiyle teşekkül ettiği söyleniyor. Bu konuda neler söylersiniz?
[Tam bu sırada kapı zili çalıyor… Emin Saraç Hoca, Hamdi Aslan Hoca ve Halil İbrahim Kutlay Hoca da programımıza iştirak ediyor. Röportajın bundan sonrası mezkûr hoca efendilerin de katılımıyla devam ediyor]
Vehbe Zuhaylî Hoca: Sorunuza dönersek, öncelikle Usûl-i Fıkıh üç kaynaktan doğmuştur. Birincisi Arap dili kaideleri, ikincisi, mekâsıdü’ş-şerî‘a, üçüncüsü ise Kur’ân nassının mazmûnudur. Bu ilim, şeriatın usûlünden başka bir şey değildir. Nassların talîli ve kıyas bu ilmin konularından biridir. Bu ilmin “lafzî mebhasler”den oluştuğu iddiası asılsızdır. Bu lafzî mukaddimeler Usûl-i Fıkıh ilminin anlaşılması içindir. Arapçada her şey, kavramları ve anlamlarını bilmemizi gerektirir. Usûl-i Fıkhın konusu da zaten budur. Ancak kavramlara takılıp kalmayı kastetmiyoruz. Zira kavramlar araçsaldır yani ilmî araçlardan bir araçtır. Çünkü bir şey hakkında hüküm vermek onun tasavvurundan bir bölümdür. Öyleyse bu mustalahların ve delâletlerinin anlaşılması, şer’î nassların anlaşılmasında elzemiyet ifade eder. Bu durum pozitif hukuk sistemlerinde bile böyledir.
Hamdi Arslan Hoca:Son zamanlarda özellikle de Türk akademisyenler arasında bahusus batı dünyasıyla diyalog yapılması gerektiğini söyleyenler var. Türkiye’de bir cemaat muhtelif platformlar oluşturuyor. Bu platformlardan biri diyalog programları düzenliyor. Bu toplantılarda ateistleri, kâfirleri, Marksistleri ve masonları bir araya getirerek diyalogu gündem yapıyorlar. Bu programları daha önce New York ve Washington’da düzenlediler. Amerikan istihbaratının da bu toplantılarda hazır bulunduğu söyleniyor. Bu yıl konferansı Paris’te düzenlediler. Bu programlarda İbrâhimî dinlerin birliği savunuluyor. İslâm, adeta Yahudilik ve Hıristiyanlıkla eşitleniyor. Üç semâvî din arasında âmentu (imanın 6 şartı) üzerinde ittifak olduğu söyleniyor.
Vehbe Zuhaylî Hoca: İlkeli ve objektif olunması ve ilmî neticelere saygı duyulması koşuluyla dinî, medenî ve kültürel alanlarda diyalogun bir mahzuru yok. Ancak burada suyu bulandıran şey, küreselleşmedir. İşin hakikatinde onlar Müslümanları tanımıyor. Hâlbuki diyalogun ilk şartı ötekini tanımak ve kabul etmektir. Ama onlar küstah ve tepeden bakan tezlerine uygulama yolu açmak ve politik, ekonomik, enformatik ve kültürel küreselleşmenin gereklerini dayatmak için “medeniyetler çatışması” vb. konuları sürekli gündemde tutuyorlar. Dolayısıyla bütün bu yapılanlar Müslümanları sarsmayı ve savurmayı ve vahy-i ilâhîyi bozmayı hedefleyen büyük bir aldatmacadır.
Hamdi Arslan Hoca:Hıristiyanların hepsi aynı mı? Mesela Ortodoksluk, Katoliklik ve Protestanlık gibi mezhepler var.
Vehbe Zuhaylî Hoca: Aralarında ihtilaflar olmakla birlikte sonuçta hepsi Mesih’i tanrılaştırmaktadır. Bu gerçeği iyi bilmeliyiz. Biz bir ve tek olan Allah’ı kabul ederken onlar bir beşeri, tanrılaştırmaktadır. Önce gelin bu sorunu çözelim. Hz. İsa’nın ilah olması mümkün müdür?! İlahlığın gereği olarak şunu da sormak lazım: Yeryüzünü ve gökleri yaratan kimdir? İddia ettikleri gibi Allah Teâlâ’nın, yetkilerini Hz. İsa’ya devretmiş olması mümkün müdür? Bir Marksist bir hıristiyana sormuş: “Evrenin İsa’nın ürünü olduğunu mu söylüyorsun?” “öyleyse” demiş “ben kesinlikle eminim ki İsa böyle bir şeye kadir değildir”. Yani “Hz. İsa’da ilahlık kıstasları yoktur” demek istemiş. Netice itibariyle hakk olan biziz. Ancak bu, diğer din mensuplarıyla çatışacağız anlamına gelmemektedir. Aksine onların dinlerine karışmayız. Cehennem onlar için yaratılmıştır.
Ömer Faruk Tokat:Buradan hareketle Yahudi ve Hıristiyanların cehenneme girmeyeceğini, girseler de ebedî olarak cehennemde kalmayacaklarını öne sürenler var.
Vehbe Zuhaylî Hoca: Kur’ân-ı Kerim’de de ifade edildiği üzere “İsrailoğulları: Sayılı birkaç gün müstesna, bize ateş dokunmayacaktır, dediler” (Bakara, 80). “Biz Allah’ın seçtiği bir milletiz” dediler. Kur’ân-ı Kerim onların bütün bu iddialarını şöyle yalanlamaktadır: ” De ki: Ey yahudiler! Bütün insanlar değil de, yalnız, kendinizin Allah’ın dostları olduğunuzu iddia ediyorsanız, bunda da samimi iseniz, haydi ölümü temenni edin (de hemen O’na kavuşun)!” (Cuma, 6).
Ömer Faruk Tokat:Hocam ben Yahudi ve Hıristiyanlardan öte bazı Müslüman akademisyenlerin böyle düşündüğünü söylemiştim.
Vehbe Zuhaylî Hoca: Bir Müslüman Yahudi ve Hıristiyanların cehenneme girmeyeceğini söylerse gayr-i Müslim olur.
Hamdi Arslan Hoca:Bu yaklaşımın sonucunda “dinler bahçesi” gibi üç dini aynileştirmeyi hedefleyen mekânlar oluşturmaya çağırıyorlar.
Vehbe Zuhaylî Hoca: Sînâ’da Üç din mensuplarının ibadet edeceği bir kompleks oluşturmayı Enver Sedat’a da önermişlerdi.
Emin Saraç Hoca: Bizde, Urfa’da üç mabet, cami, kilise ve havradan oluşan bir kompleks açıldı. Diyanetten sorumlu devlet bakanı ve din adamlarının katılımıyla açılışı yapıldı.
Hamdi Arslan Hoca:Ülkemizdeki bir cemaat lideri Vatikan’a bir mektup göndererek Papa’yı Urfa’daki bu “dinler bahçesi”nin açılışına davet etti.
Emin Saraç Hoca: Bu zat, bizi üzüyor. Gerçekten çok inciniyoruz.
Vehbe Zuhaylî Hoca: Öyleyse o kişi, zıtları birleştirmeye çalışıyor. Bu yanlıştır. Zıtların birleşmesi mümkün değildir. Bütün tezatları bir şişenin içinde toplamak mümkün müdür? Yani yanlış bir yönelim.
Ömer Faruk Tokat:İbn Teymiyye’nin cehennemin ebedi olmadığına dair görüşüne de yaslanarak Yahudi ve Hıristiyanların cehennemde ebedi olarak kalmayacaklarını söylüyorlar.
Vehbe Zuhaylî Hoca: Bunlar, “orada ebedi olarak kalacaklardır”gibi Kur’ân nasslarıyla çelişen şaz görüşlerdir.
Ömer Faruk Tokat:İbn Teymiyye böyle bir şeyi gerçekten kastetmiş olabilir mi?
Vehbe Zuhaylî Hoca: Cehennemin ebedi olmadığını söyleyen İbn Teymiyye değildir. Bu görüş İbn Arabî ve İbnu’l-Kayyim el-Cevziyye’ye aittir. Son olarak Yusuf el-Karadâvî de bunların yolunu tutmuştur.
Emin Saraç Hoca: Şeyh Karadâvî de mi?!! Fesubhanallah! Yani o da mı inhirafa düştü. “Akıllı insan da sıkıntıya düşebilir” başlıklı bir makale okumuştum. O zaman Mısır’da talebeydim. Bazı kimseler el-‘Adâletü’l-İctimâ‘iyye adlı kitabında Hz. Osman b. Affân (r. a.)’ı eleştirdiği için merhum Seyyid Kutub’u tenkit ediyordu. Bu tenkit makalelerinden birinin başlığı böyleydi: “Akıllı insan da sıkıntıya düşebilir”. Yusuf el-Karadâvî gerçekten böyle bir şey söyledi mi?!
Vehbe Zuhaylî Hoca: Evet Cezire televizyonunda söyledi.
Emin Saraç Hoca: Mustafa Sabri Efendi Mısır’a hicret etmeden önce buraya bu konuda bir kitabı olan, Tatar bir zat gelmişti. Adı Musa Carullah Bigiyef. Şeyh Mustafa Sabri Efendi Yeni İslâm Müctehidlerinin Kıymet-i Harbiyyesi adında meşhur Bigiyef reddiyesini kaleme almıştı. Bu reddiye bu konuda önemli bir çalışmadır.
Vehbe Zuhaylî Hoca: Bu çalışma Mevkıfu’l-İlmi ve’l-Akli ve’l-Âlimi min Rabbi’l-Âlemîn’in içinde var mı?
Emin Saraç Hoca: Hayır. Mevkif’i âhir ömründe, Mısır’da yazdı. Bu çalışmayı ise Mısır’a hicretinden önce İstanbul’da kaleme aldı.
Hamdi Arslan Hoca:Modernistlerin içinde Müslüman bir kadının ehl-i kitap bir erkekle evlenmesinin caiz olduğunu söyleyenler var.
Talha Hakan Alp:Yusuf el-Karadâvî, hükümlerin yüzde doksan üçünün müteğayyirâttan (değişebilir ahkâmdan) olduğunu söylüyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Halil İbrahim Kutlay Hoca:İsâ (a. s.)’ın nüzûlü konusundaki görüşünüz nedir?
Halil İbrahim Kutlay Hoca: Hz. İsa’nın nüzûlünü inkâr edenin hükmü nedir?
Emin Saraç Hoca: Elli seneye varan bir tanışıklığımız var. Sizi tanıdığımdan beri kafanızdan sarığı hiç çıkarmadınız. Sudan ve Afgan halkı dışında nerdeyse sarık takan millet kalmadı. Resimlerini gördüyseniz, Osmanlı sultanları da Sultan Mahmud’a kadar hep sarıklıdır. Sultan Mahmud’dan itibaren sultanlar sarığı çıkararak fes giymeye başladı.
Emin Saraç Hoca:Sarık âdeta İslâm’ın ve Müslümanların izzet sembolüdür.
VEHBE ZUHAYLÎ’NİN ARDINDAN
Zuhaylî’nin vefatından sonra İslam âleminde bireysel ve kurumsal anlamda birçok taziye mesajı yayımlandı. Bunlardan bazıları şöyledir:
“Zuhaylî, İslam fıkhında uzman olup kitaplarında muhtelif fıkhi görüşleri zikreden, mezhep taassubuna kapılmadan kendi kriterine göre en doğru görüşü tercih eden, sapık fırka ve görüşlerle mücadele eden, hayatı boyunca kendisini ilme, araştırma yapmaya ve kitap yazmaya adayan mutedil bir âlim idi. Belki bazı insanlar onun yazdıklarını çok görebilir. Aslında kendisini ilme adayan kişiden hayret verici çok eser görmek mümkündür. Yazdığı ilk eserlerden biri “Âsârü’l-Harb fi’l-Fıkhi’l-İslâmî” kitabıdır. Bu kitap onun, İslam ümmetinin ihtiyaç duyduğu meseleleri kavrayan biri olduğuna işaret etmektedir. Zira bu kitapta çok güzel görüşler ortaya koymuştur. Ben de, onun bazı görüşlerini “Fıkhü’l-Cihâd” kitabımda zikrettim. Yüce Allah, Zuhaylî kardeşimize rahmet eylesin, dinine, kültürüne ve bu ümmete sunduğu hizmetlerden dolayı onu en güzel şekilde mükâfatlandırsın. Aile fertlerine, sevenlerine ve bizlere sabırlar versin. Onun yerini dolduracak âlimleri yüce Allah bu ümmete lütfeylesin.” [Prof. Dr. Yusuf Karadâvî / Dünya Müslüman Âlimler Birliği Başkanı]
“Zuhaylî; büyük bir fakih, muhakkik bir usulcü ve ilmiyle amel eden bir âlim idi. Allah kendisine, yazdığı onlarca değerli eser ve araştırmalarıyla kütüphaneleri zenginleştirecek derece güçlü bir kalem lütfetmişti.” [Prof. Dr. Sa’d b. Ali eş-Şehrânî / Dünya İslam Birliği Genel Sekreteri]
“Zuhaylî; zühd ve kanaat sahibi, hakkı dile getiren, islamî şiara sahip olan, hiçbir devlet adamına ve zengine yağcılık yapmayan ve ilim rütbesinin bütün rütbelerden üstün olduğuna inanan onurlu bir âlim idi.” [Muhammed Kerîm Râcih / Şam Âlimler Birliği Başkanı]
Yüce Allah Zuhaylî hocamıza rahmet eylesin, ailesine, yakınlarına ve İslam âlemine sabırlar versin, onun geriye bıraktığı değerli eserlerinden yararlanmayı bizlere nasip eylesin.

Yazar : imamoglumehmet
Yazar Hakkında : Ankara 1973 doğumluyum. Mamak İmam-Hatip Lisesinden 1991’de mezun oldum. 1996’da Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden İyi dereceyle mezun oldum. 1996’da Artvin’de öğretmenliğe başladım. Hâlen Ankara Keçiören Anadolu İmam-Hatip Lisesinde Meslek Dersleri öğretmenliği yapmaktayım.
Sitemizde En Çok Okunan İçerikler




Sitemizde En Çok Yorumlanan İçerikler




Videolar
'Mü'minûn Sûresinden Âhiret Sahneleri' Sohbeti
Lokman Aleyhisselâm'ın Öğütleri (1)
Lokman Aleyhisselâm'ın Öğütleri (2)
Âl-i İmrân Sûresi 190-195. âyetin tefsiri
Düğün Sohbeti
Suriye ve Mısır'daki Kardeşlerimiz İçin Dua
Ahir Zaman Müslümanına Notlar
Arşiv
Etiketler
Tavsiye Siteler
İmam Buhari Vakfı
İyiliğe Çağrı Yardım Derneği