Ahir Zaman Müslümanına Notları Konuştuk

03.03.2016 tarihinde Genel kategorisine eklenmiş, Kişi Okumuş ve 0 Yorum Yapılmış.

Islah Haber Sitemizin editörlerinden Abdullah Muhacir’in, günümüzde tartışılan pek çok konunun yer aldığı “Ahir Zaman Müslümanına Notlar” adlı kitabın yazarı Muhammed İmamoğlu ile hem kitap üzerine hem de kitapta bahsedilen konular üzerine gerçekleştirdiği röportajı dikkatlerinize sunuyoruz.

ISLAH HABER: Kendinizi kısaca tanıtır mısınız?

MUHAMMED İMAMOĞLU: 1973, Ankara doğumluyum. Mamak İmam-Hatip Lisesinden 1991’de mezun oldum. 1996’da Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden iyi dereceyle mezun oldum. 1996’da Artvin’de öğretmenliğe başladım. Halen Ankara’da bir İmam-Hatip Lisesinde Meslek Dersleri öğretmenliği yapmaktayım.

ISLAH HABER: Geçtiğimiz aylarda “Ahir Zaman Müslümanına Notlar” adı ile bir kitabınız yayınlandı. Bu kitabın yazılış hikâyesini öğrenebilir miyiz üstad?

MUHAMMED İMAMOĞLU: “Âhir Zaman Müslümanına Notlar” kitabım; Misak ve Genç Birikim dergilerinde yayımlanan makalelerimin bir araya getirilmesinden müteşekkil. Üniversite yıllarında iken ilminden istifade etmek için her fırsatta yanına gittiğim muhterem Hüsnü Aktaş Hocam, aylık neşrettikleri Misak dergisinde yazı yazmamı teşvik etti. Ben de Hocamın arzusunu emir telakki ettim ve özellikle kitabımın ‘Sünnet ve hadis’ konularını içeren ilk bölümlerini Misak dergisinde yayımlandı.

İlerleyen yıllarda yine Ankara merkezli Genç Birikim dergisinde yazmaya başladım. Genç Birikim dergisi Genel Yayın Yönetmeni Ali Kaçar ağabeyin teşvikleri ile 2010 yılından itibaren yazılarımı yayımlamaya devam ettim. Yazılarım, genelde yazı dizisi şeklinde yayımlandı.

Yazılarımdan istifade eden arkadaşlarımın, “Hocam bunları kitaplaştırsanız da daha bir istifade etsek.” taleplerini göz ardı edemedim ve İtisam Yayınları editörü Fatih Koçer kardeşimin teklifiyle Ağustos 2015’te İtisam Yayınları’ndan kitabımı neşrettik.

ISLAH HABER: Kitabınızın adı çok ilgi çekici. Bu ismi koymaya nasıl karar verdiniz?

MUHAMMED İMAMOĞLU: Biraz önce ifade ettiğim üzere kitabım, Misak ve Genç Birikim dergilerinde yayımlanan makalelerimin bir araya getirilmesinden müteşekkil. İçerisinde 13 tane inceleme-araştırma yazısı var. Şunu da söyleyeyim: Kitabımın son iki bölümünü oluşturan ‘Tevhid’ ve ‘İslam’da Tesettür’ makaleleri eşime aittir. İşlediği konuların önemi gereği ve onun için de sadaka-i câriye olması arzusuyla (kendi isteği üzere) bu iki makale kitapta yer almıştır. Diğer makaleler ise tarafıma aittir.
13 tane ayrı konudaki makalenin olduğu bir kitaba ne isim vereceğim konusunda uzun uzun düşündüm işin doğrusu. Kitap-dergi işleriyle uğraşan kardeşlerimle istişareler ettim. Sonuçta

“Âhir Zaman Müslümanına Notlar” isminde karar kıldım.  Âhir Zaman, Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in İslâm’ı tebliğinden başlayıp kıyâmetin kopmasına kadar geçecek olan müddet hakkında kullanılan bir terimdir. Bu tarif çerçevesinde Rasûlullah’a “Âhir Zaman Peygamberi” denilmektedir. Bunun anlamı da “Son Peygamber” demektir.

Bizden önce yaşamış ümmetlerin geçirdikleri zamanın tümü, bir gün içinde sabahtan ikindiye kadar geçen zamana; bu ümmetin yaşadığı zaman ise, ikindiden akşama kadar geçen vakte benzetilmiştir. Kıyâmetin yaklaştığı zamana da aynı şekilde “Âhir zaman” denilmektedir.
Bu ismi koymamda ana etken kitabımızın konularını içeren Sünnet/Hadis meseleleri, Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in gayb bilgisi, Kadere iman, Recm, Hz. Îsâ (a.s.)’nın nüzûlü vb. meselelerin âhir zamanda çokça Ümmet-i Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in gündemine girmesidir.

Kitabımın önsözünde de zikrettiğim üzere İmam Ahmed, Müslim, İbn Hibbân, el-Hâkim ve daha başkalarının Ebû Hureyre’den rivayet ettiği -değişik lafızlarla gelen- bir hadiste şöyle buyuruluyor:“Ahir zamanda ne sizin ne de babalarınızın duyduğu sözler söyleyen insanlar olacak. Onlardan uzak durun!”

Büyük Hanbelî âlimi İbn Receb şöyle der: “Yani onlar, mümin kalplerin yatışmadığı ve tanımadığı şeyler söyleyecek. Hadisteki “ne sizin ne de babalarınızın…” ifadesi, aradan çok uzun zaman geçmiş olmasına rağmen bilgisi mü’minler nezdinde yerleşik hale gelmiş olan şeyin ‘hak’ olduğuna, bundan sonra ihdas edilen ve kalplerin yatışmadığı şeyde ise hayır bulunmadığına işarettir.”

Allâme Münâvî de hadisi şöyle şerh ediyor: “Ahir zamanda ümmetimden âlim olduklarını iddia eden (ve) ne sizin ne de babalarınızın duyduğu yalan hadisler, bidat hükümler ve bozuk akideler türünden sözler söyleyen insanlar olacak.”

Hz. Âdem aleyhisselam’a baba arayanlar ve bulanlar (!); Hz. Peygamber’in helal ve haram kılma yetkisi yoktur. Vardır demek şirktir, diyenler; Hz. Yunus’u balık yutmadı, onu zindana atmışlardı, diyenler bu zamanda ortaya çıktı maalesef.

ISLAH HABER: Üstad, tam da bunu soracaktık lakin Siz söylediniz. Bu tür kişilerin olduğunu -ki televizyonlarda, sosyal medyada çokça yer almakta bu kişiler. Özellikle de Sünnet/hadis meseleleri gündemde. Bu tür farklı şeyleri gündemleştirenlerin amacı nedir sizce?

MUHAMMED İMAMOĞLU: Biraz geriden alayım isterseniz: 19. yüzyılın ortalarından itibaren, Batılı araştırmacıların öncülük ettiği, daha sonra bazı Müslümanların da kısmen sürdürdüğü tenkit faaliyetleri sebebiyle, İslâm dininin Kur’ân-ı Kerîm’den sonra ikinci kaynağı olan Sünnet, yeni bir seviyede tartışılmaya başlanmıştır. İslâm dünyasında kültürel anlamda Batı ile karşılaşmadan önce, toplumda görülen dinden uzaklaşmalara karşı tek çarenin, Kur’ân ve Sünnete dönmek olduğu düşüncesi yaygın bir şekilde kabul görmekteydi. Bu karşılaşma sonrası, İslâm âleminin farklı bölgelerinde, problemlerin aşılamaz hale gelmesinin, temel kaynakların tarih boyunca yanlış anlaşılmasının sonucu olduğu gündeme getirilerek, Kur’ân ve Sünnetin yeni durumlara cevap verecek şekilde yeniden yorumlanması düşüncesi, gittikçe sistemleşen bir şekilde savunulmaya başlandı.

Özellikle gerekli fikrî birikimi bulunmayan Müslümanların âşina olmadıkları görüşlerle yüz yüze gelmelerinin, toplumun dinî düşüncesinde menfî tesirleri oldu. Bu zamanda yaşamış İslam mütefekkirleri, İslam Dünyası’nın batı karşısındaki kültürel ve ekonomik mağlubiyetinin sebebini, klasik İslam düşüncesinden kaynaklanan kaynakları yanlış yorumlama faaliyetinden ileri geldiğini savundular. Bu çağda, tefsir, fıkıh, kelam ve hadis olmak üzere birçok İslami ilim alanında yeniden yorumlama ve değerlendirme süreci başlamış oldu. Diğer alanlarda bu süreç kolaylıkla işlerken, hadis alanına gelindiğinde bu süreç beraberinde büyük tartışmaları da getirdi.

Pozitivist düşüncenin dünyayı ve bu arada İslâm âlemindeki aydın kesimi etkisi altına alması ve İslâm âleminin Batılılar tarafından istila edilmesinden sonra yoğunluk kazanan oryantalist araştırmaların yöneldiği önemli sahalardan biri de Sünnet/Hadis olmuştur. Bu araştırmalar sonucu oryantalistlerin Sünnet/Hadis’e yönelttikleri eleştiriler, İslâm âleminde de etkisini göstermiştir.

ISLAH HABER: Yeri gelmişken kitabınızdaki “Emperyalizm’in Keşif Kolu: Oryantalizm”. başlıklı makalenizde geçen Oryantalizm kavramını sormak istiyoruz. Bu konuyu biraz açabilir misiniz? Oryantalizm nedir? ve Oryantalist kime denmekte?

MUHAMMED İMAMOĞLU: Oryantalizm; Müslüman doğu medeniyetinin (din, edebiyat, dil ve kültürü içine alacak şekilde) bütün unsurlarını inceleyerek İslam dünyası hakkında batılıların sistematik bir bilgiye sahip olmalarını sağlayan, İslam ve Batı medeniyeti arasındaki mücadelede Batı uygarlığı lehine veriler elde etmeye çalışan bir akımdır. Oryantalizmin Arapça karşılığı “İstişrak”tır. İstişrak ile ilgilenen kişilere de ‘Müsteşrik’ denilir.

Oryantalistler, sünneti oluşturan muhtevanın bir kısmının, Arapların, İslâm öncesi örf ve âdetlerinin doğrudan bir devamı olduğunu; Sünnetin büyük bir kısmının ise, şahsî ictihadlarıyla mevcut sünnetten ya da uygulamadan istidlallerde bulunan Yahudi kaynakları ile Bizans’ın ve İran’ın idarî uygulamalardan yeni unsurlar ilave eden ilk dönem İslâm Hukukçularının düşünce faaliyetlerinin bir ürünü olduğunu; nihayet ilk döneme ait sünnetin bütün muhtevasının, Hadis’in sonraları ezici bir hareket haline dönüşmesi ve ikinci asrın sonlarında özellikle üçüncü asırda bir halk hareketi haline gelmesi sonucu sözlü olarak “Peygamberin sünneti” koruması altında bizzat Peygamber’e isnad edildiğini ileri sürmüşlerdir. Böylece sünnet diye Hz. Peygamber’e izafe edilen şeylerin aslında Hz. Peygamber ile ilgisinin bulunmadığı tezini atarak bunu destekleyecek malzeme bulmaya çalışmışlardır.

Böyle bir gayret içine girmek ve arzu ettikleri sonuca varmak, Hristiyan kültürü içinde yetişmiş, düşünce dünyasında vahy olgusunun ne olduğu netleşmemiş, bir Müslümanın anladığı mânâda Peygamber ve vahy anlayışına erememiş bir batılı araştırmacı için gayet normaldir. Çünkü gerek İncil nüshalarının sübûtundaki meçhûlîyet, gerekse Hz. İsa (a.s.)’ın peygamberliğinin farklı algılanışı, onları, İslâm’ın vahy anlayışını ve Peygamber anlayışını kavramada zorlamaktadır. “Vahy olgusu nedir, onun karşısında Müslümanın aldığı tavır nasıldır?” vb. sorular, batılı bir araştırıcı için hiçbir mânâ ifade etmez. Onlar, vahyi insan kelamı gibi gördüklerinden, kendileri için kutsiyeti olmasına rağmen İncil ayetlerini pekâlâ eleştirebiliyorlar, bir peygambere her türlü isnadları yapabiliyorlar, bunu da hiç yadırgamıyorlar. İnanç dünyaları böyle bir idrakle donanmış. Böyle bir kültür içinden gelen bir araştırıcı için hiçbir art niyet olmasa bile, İslâm’ın vahy ve Peygamber anlayışını kavramak zor olacaktır. Veya en azından bunu kendi düşünce ve inanç biçimine adapte ederek anlamaya çalışacaktır. İşte bu adaptasyon olayıdır ki, onları Kur’an ayetleri, Hz. Peygamber ve O’nun sünneti hakkında çok rahat söz söylemeye sevk etmiştir.

Art niyetli olmayanlar ise, daha çok politik ve siyasal kaygılarını, ilmîlik perdesi altında takdim etme gayreti içine girmişlerdir. Önceden belirledikleri hedef ve sonuçlar için zorlama te’viller, çok kere tahrifler yapmak suretiyle çalışmalarını sürdürmüşler, İslâm’ın orijinal kaynakları yerine tarih boyunca farklılaşan kültürel değerleri de orijinal kaynak olarak kullanma yoluna giderek çok değişik sonuçlara ulaşmışlardır. Böylece galip devletlerin, sömürge edindikleri ülkelerin insanlarının değer yargılarını sarsmak suretiyle o ülkeler halkları üzerindeki tahakkümlerini biraz daha fazla devam ettirmelerini sağlayacak araştırmalar yapmışlardır.

Ama ne acıdır ki oryantalistlerin bu şekildeki menfî tavırlarının etkisinde kalarak Sünnet’e karşı menfî tavır içinde görülen Müslüman ilim adamları da bulunmaktadır. Onların bu menfilikleri, bir İslâm düşmanlığı olmasından ziyade İslâm’ın aktüalitesini korumak, İslâm’a çağdaş yorumlar getirmek kaygısıdır. Onlara göre, sünnet verileri, gerek sübûtundaki ve gerekse sıhhatindeki bir takım endişelerden dolayı Kur’an’ın anlaşılmasını güçleştirmektedir. Bunun için “Sadece Kur’an yeterlidir, o iyi anlaşılmalıdır. Kur’an’ı anlamak için başka verilere gerek yoktur. Sünnet kavramına yeni anlamlar yüklemek, sünnetin yerelliğini ileri sürmek” gibi görüşleri benimseyen bazı Müslüman bilginlerin sünnete karşı bu tutumları, aslında mağlup ülkeler insanlarının psikolojisini yansıtmaktadır. Yani bu durum, İslâm mütefekkirleri arasında görülen, yabancı kültürler karşısında zihinsel yenilgilerinin bir yansımasından başka şey değildir. Bu kompleksin kırılması gerekiyordu. Bunun için İslâm dünyasındaki bazı ıslah-tecdid/yenilik hareketlerine girişildi. Bu yenilikler fikrî düzeyde olmalıydı, bunun için de işe eğitimden başlanmalıydı.

Genel olarak ifade ettiğimiz bu gerekçe ile Seyyid Ahmed Han, Cambridge Üniversitesi’ni örnek alarak Hindistan’da “Muhammedian Oriental Collage/Muhammedî Şarkiyat Koleji”ni kurmuş; konuyu değerlendirişi farklı olmasına rağmen mutlak bir yenilik ihtiyacının olduğuna inanan Abduh, Mısır’da “el-Ezher”‘i ıslah gayretlerine girişmiştir. Yenilik düşüncesinin temeli, Hindistan’da Ali el-Müttekî, Abdülhak ed-Dihlevî ve Şah Veliyyullah ed-Dihlevî gibi İslâm bilginlerinin gerek Sünnet/Hadisin, gerekse Kur’an’ın daha iyi anlaşılması, genel olarak İslâm’ın yorumlanması konusundaki gayretli çalışmalarına kadar dayanmaktadır. Ne var ki zaman içinde söylemler farklılıklar göstermiş, Emir Ali “Kur’an, Hz. Peygamber’in aklının bir ürünüdür.” derken, Seyyid Ahmed Han, aklın kabul etmediği gerekçesiyle Melek, Cennet, Cehennem, Cin, Kur’an’da zikredilmesine rağmen Nuh Tufanı, Hz. İbrahim’in ateşe atılması, Hz. İsa’nın babasız doğması gibi mucizeleri kabul etmiyordu. Hadisler hakkında mutlak dirayet usûlünün uygulanması gerektiğini savunan S. Ahmed Han, hadisler hakkında şüpheli görüşlerin yolunu açmış, Hind Yarımadasındaki hadisi inkâr hareketi için zemin hazırlamada büyük rol oynamıştır.

Ancak burada şunu da ifade etmek yerinde olacaktır: Sadece Kur’an’la yetinme, sünneti reddetme düşüncesinin temelleri İslâm’ın ilk dönemlerine kadar uzanmaktadır. Nitekim İmam Şafii’nin (204/819) el Ümm isimli eserinde hadisleri reddeden biriyle yaptığı tartışmaya yer vermiş olması, problemin daha hicrî III. asır başlarında görülmeye başladığına işaret etmektedir. Buradan, günümüzdeki tartışmaların geçmişten gelen bir anlayışın devamı olarak anlaşılabileceği gibi, asıl önemlisi, kullanılan üslûbun oryantalistlerin üslubuyla paralellik arz etmesi, oryantalistlerin kendileri gibi düşünen Müslüman bilginler üzerinde etkinin olduğu kanaatini uyandırmaktadır.

Yeri gelmişken size, bir oryantalistten örnek vereyim: Snouck Hurgronje, 1884-1885 yıllarında kıyafet ve isim değiştirerek (Abdülgaffar adını alarak) 1 yıl süreyle Hicaz’da bulunmayı başarmış bir oryantalist. Burada özellikle hac mevsiminde ümmet coğrafyasının dört bir yanından gelen Müslümanlar üzerinde son derece hassas gözlemlerde bulunmuş. Gözlemlerini gerek Batı’daki meslektaşlarına yazdığı mektuplarda, gerekse “19. Yüzyılın İkinci Yarısında Mekke” isimli iki ciltlik kitabında bir araya getirmiştir. O döneme kadar ağırlıklı olarak Kur’an merkezli yürüyen oryantalist çalışmalar, Hurgronje’nin uyarılarından sonra Sünnet-i Seniyye alanına kaymıştır. Özetle şöyle diyor: “İslam coğrafyasının farklı kesimlerinden buraya gelen Müslümanlar arasında çarpıcı bir davranış birlikteliği var. Dilleri, renkleri, kültürleri farklı Müslümanlar sokakta karşılaştıklarında birbirlerini selamlıyorlar. Selam veren hep aynı cümleyi söylüyor, selam alan da cevabi bir cümle söylüyor ve fakat bu cümleler hiç değişmiyor. İbadethanelerine sağ ayakla girip sol ayakla çıkmaya dikkat ediyorlar. Yemeğe oturduklarında bir kelime söylüyor, sağ elleriyle yemek yiyor, sofradan kalkarken başka bir kelime söylüyorlar. Bunlar da hiç değişmiyor. Fakat dikkat edilmesi gereken nokta şu ki; bunların hiçbirisi Kur’an’da yazmıyor. Benim tespitime göre bu, onların peygamberlerinin geleneğidir.”

Kur’an-ı Kerim hakkında yaptıkları çalışmalardan elle tutulur bir fayda sağlayamayan oryantalist/müsteşrik’ler özellikle Hurgronje’nin bu dikkat çekici tespitinden sonra daha ziyade bu konulara kafa yormaya başladılar. Başarılı oldukları da söylenebilir. Sünnet ve hadis noktasındaki görüşleri, başta modernistler olmak üzere birçok ilim adamınca savunulmaya başlandı.

Mustafa es-Sibaî’nin naklettiğine göre, 1939 yılında Ezher’de İmam Zühri hakkında münakaşa patlak verdiği zaman Sünnet düşmanı Ahmed Emin, Ali Hasan Abdulkadir’e İslam’ı tahrif ederken nasıl bir strateji izlemesi gerektiğini tembihlerken şu hususa dikkat çekmişti: Oryantalistlerden aldığın görüşleri açıkça onlara nispet etme, Ezher Ulemasına isnat et, kendi hususi araştırmalarının neticesi olarak göster. Yeni yaklaşımlara, onlarla kontakt kuranları rahatsız etmeyecek derecede şeffaf maskeler geçir. Tıpkı benim “Fecru’l-İslam” ve “Duha’l-İslam” kitaplarında yaptığım gibi…”

Bu anlamda, Türkiye’de Hadisleri itibarsızlaştırma çalışmalarının öncülerinden Mustafa İslamoğlu’nun Macar asıllı oryantalist İgnaz Goldziher’in izini sürdüğünü rahatlıkla söyleyebiliriz. Goldziher eserlerinde hadis âlimlerinden İmam Zühri’nin Emeviler namına hadis uydurduğunu ve Mescid-i Aksa’nın faziletiyle ilgili hadislerin bu cümleden olduğunu ileri sürmektedir. Mustafa İslamoğlu’nun Goldziher düşkünü olduğu da eserlerinden birisinin çevirisinin çevirisini yapmış olmasıyla sabittir. Bu ondaki kompleks veya saplantıyı göstermesi açısından manidardır. Fakat Mustafa İslamoğlu, bu tercüme işini de yüzüne gözüne bulaştırmış, tam becerememiştir.

ISLAH HABER: Üstad daha konuşulacak çok konu var; ama yerimizin darlığı sebebiyle son bir soruyla röportajımızı sonlandıralım. Kitabınızla ilgili “Hep eleştiriyor. Yeni bir fikir vermiyor.”şeklinde bir eleştiri var. Ne dersiniz?

MUHAMMED İMAMOĞLU: Kitabım okunduğunda görülecektir ki, genel üslup tenkidî bir üsluptur. Bu doğru. Yukarıda da değindiğimiz gibi şâz ve bid’at görüşleriyle Ümmet-i Muhammed’i meşgul eden modernist ilahiyatçıları edebildiğim kadar tenkid etim. Bu noktada niçin bu tarzı benimsediğimizi kısaca ifâde etmek istiyorum:

Hakkı verilmiş bir tenkit faaliyeti, tenkit edilen görüşün eksikleri/yanlışları yanında, doğrunun da gösterilmesini tazammun eder. Yoksa yapılan işin “karalama”dan pek bir farkı olmaz. Biz de tenkitlerimizde bu noktayı ihmal etmemeye azami dikkat gösteriyoruz. Hatta esas zor olan, tenkit edilmekte olan bir doğruyu, o tenkitlere mukabelede bulunarak ortaya koymaktır. Bu, zannedildiğinden çok daha zor bir iştir. Zira müdafaa ettiğiniz doğruyu, sadece kendi zatî özellikleriyle değil, güncel değeri bulunan tenkitleri de dikkate alarak ortaya koymak ciddi bir imal-i fikir ister.

Tenkit ettiğimiz yaklaşım ve görüşler de esasen başka birtakım yapıların tenkidi üzerine kurulu bulunmaktadır. Dolayısıyla sathî nazarlara “inşa” gibi görünen o yaklaşım görüşler de esas itibariyle tenkit karakterlidir.

Tenkitten zarar gelmez. Yeter ki insanlar sadece fikirleriyle tenkit edilsin, ‘bel altı’ vuruş yapılmasın.

ISLAH HABER: Üstad kitabınızla ve son dönem Sünnet/hadis tartışmalarıyla ilgili okurlarımız için fayda umduğumuz bu güzel ropörtaj için çok teşekkür ediyoruz.

MUHAMMED İMAMOĞLU: Ben teşekkür ediyorum. Olaylara ve hadiselere Tevhidî bir gözle bakan/baktıran Islahhaber sitesinin yöneticilerine ve takipçilerine selamlar eder, bu mustakîm tavrınızın devamını dilerim.

Kaynak : ISLAH HABER

Yazar Hakkında

Yazar : imamoglumehmet

Yazar Hakkında : Ankara 1973 doğumluyum. Mamak İmam-Hatip Lisesinden 1991’de mezun oldum. 1996’da Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden İyi dereceyle mezun oldum. 1996’da Artvin’de öğretmenliğe başladım. Hâlen Ankara Keçiören Anadolu İmam-Hatip Lisesinde Meslek Dersleri öğretmenliği yapmaktayım.

Yazarın Tüm Yazıları İçin Tıklayınız

Yorumlar
İsminiz
E-Posta Adresiniz
Yorumunuz

Sitemizde En Çok Okunan İçerikler

Şehr-u Ramazân’ı Muvahhidce İhyâ EdelimRamazan ayı büyük bir heyecan dalgasıyla bir kez daha
Şehâdet Bir Çağrıdır Nesillere Ve Çağlara… Şubat ayı şehitler ayıdır. Şubat geldiğinde bunu en derinden
ÖLÜLERİN YAŞAYANLARIN AMELLERİNDEN İSTİFÂDE ETMESİ VE ÖLÜLERE KUR’AN MESELESİÖLÜLERİN YAŞAYANLARIN AMELLERİNDEN İSTİFÂDE ETMESİ VE ÖLÜLERE KUR’AN MESELESİ
Üç Ayları Nasıl İhyâ Etmeli “ Üç aylar” diye adlandırılan Receb, Şaban ve Ramazan

Sitemizde En Çok Yorumlanan İçerikler

Hangi Mevlânâ, Gerçek Mevlânâ? Mevlânâ[1] ve Mevlevilik Türkiye‘de öteden beri ilgi gören bir
İrtidat ve Yeni Dünya Düzeni
İrtidat ve Yeni Dünya DüzeniDr. Mehmet SÜRMELİ Dinin, “ hayat tarzı” olduğunu düşünürsek günümüzde
Ilımlı İslam(!)’ın Şövalyesi: Fethullah Gülen Ubeydullah TOPRAK ‘Ilımlı İslam’, adından da anlaşılacağı üzere, İslam Dini’ni
‘İhyâ mı İmhâ mı? Kitabımız Çıktı  ‘Tevhîd akidesini muhafaza ederek, ilim öğrenmek, ilim öğretmek, Şerîat’e
  • Videolar

    'Mü'minûn Sûresinden Âhiret Sahneleri' Sohbeti

    Lokman Aleyhisselâm'ın Öğütleri (1)

    Lokman Aleyhisselâm'ın Öğütleri (2)

    Âl-i İmrân Sûresi 190-195. âyetin tefsiri

    Düğün Sohbeti

    Suriye ve Mısır'daki Kardeşlerimiz İçin Dua

    Ahir Zaman Müslümanına Notlar

  • Arşiv

  • Etiketler

  • Tavsiye Siteler

    Islah Haber

    İmam Buhari Vakfı

    http://imambuharivakfi.org/

    İyiliğe Çağrı Yardım Derneği

    https://iyiligecagri.org.tr/

     

     

  • Ziyaretçiler

  • Sosyal Medya’da Paylaşın